Salı, Eylül 05, 2006

Acı

Ellerini acıya batırdı, iyice derine soktu, daha daha derine. Sonra çıkardı, dikkatlice baktı onlara, yeşil, yemyeşillerdi, bahar yeli gibi kokuyorlardı, ne garip!?! Sonra tek tek parmaklarını yaladı,
tadı böyle pamuk şekerle parmak çukulata arasında bişeydi, çocukluğundan kalma anıların arasından sanki. Bu da garipti. Tekrar soktu ellerini acıya. Ama bu sefer daha derine. Yine aynı koku, yine aynı tat. Bir türlü anlam veremedi. Acıyı hep hissetmişti ama hiç böyle değil. Mis gibi bahar kokusu ve şekerlemelerle karışık bir acı, neydi acaba sebebi, nedendi?

Ayağa kalktı, az ileride bi çeşmenin sesi geliyodu. Oraya doğru ilerlemeye başladı. Çeşmenin başına vardığında, kenardan ona bakan bir kuzgun gördü. Kaçmıyordu ve direk gözlerinin içine bakıyordu. Yavaşça eğildi, ellerini yıkamaya başladı, su buz gibiydi ve bu sıcakta gerçekten rahatlatmıştı, çok fazla altında tutarsa elini kesin uyuştururdu. Biran önce ellerini yıkayıp su içmek istiyordu, delilercesine içmek istiyordu. Ama ellerinin acı yeşili bir türlü tamamen çıkmamıştı. Tüm bunlarla uğraşırken kuzgunun acı çığlığını duydu, neler oluyor derken kuzgun, çoktan uyuşmuş olan acı yeşili elinden bir parça et kopardı. Parçayı yutarken gözlerinin içine bakıyordu. Kıpırdayamıyordu, donakalmıştı ve eli inanılmaz bir şekilde acıyordu, donmuş uyuşmuş olan elleri acıyı her hücresinde hissedebiliyordu. Olmamalıydı. Uyuşukken bu olmamalıydı, olmamalıydı. Birşeyler tersti. Kuzgun hala elini kemiriyordu, ama acıdan kıpırdayamıyordu bile.

Ve görüntüler birden yokoldu. Çeşme yok, adam yok, kuzgun yok. Geriye tek birşey kaldı.

Acı yeşili ellerden kopan bahar kokulu kan şekerleri.

Vaha

Ve zamana yenik düştü gözleri kör adamın, acıyı görmekten başka birşey yapamıyordu avuç içlerindeki. Sayılarla ölçülemeyen, derin ama yüzeyde hissedilen bir acı. İçi hep acımıştı zaten, artık yüzeysel olanlar da fazlasıyla acıtıyordu. Yani anlayacağınız tamamen acıyla sarılmış durumdaydı. Nereye dönse ne yapsa kime baksa acıyı görüyordu, gerisi körlük, sağırlık , dilsizlik. Çiçekleri vardı elinde, kokmayan, solmuş, kurumuş çiçekleri, ve hiç su yoktu yüreğinde, ne yüreğinde ne de baktığı hiçbiryerde su yoktu, kimsede, hiçbiyerde, hiçbişeyde... Yerden bir taş aldı, taş önce çatladı, daha da kurudu ve avuçlarının içinde toza dönüştü. Böyle olacağını biliyordu, sadece tekrar görmek istedi, neleri yokedebildiğini. En azından taşın canı acımıyordu, taşı yoketmek de ona daha az acı veriyordu. Kimbilir kaç yüreğin çölüne dokunmuştu elleriyle, kimbilir kaç tanesine kum eklemişti?!?
Arkasına döndü bi an, geri dönüp dönemeyeceğini anlamaya çalışır gibi geriye baktı. Yol çok ama çok uzundu, zamanı yetmezdi buna, ilerlemeyi denemeliydi, ama bu haliyle olmaz, olmamalıydı. Acaba hiç umut yokmuydu, böyle olmak zorundamıydı??!!??
Önce güneşi gölgele avuçlarınla, sonra çek havayı içine derin derin, yum gözlerini küçük adam, ve ilerle, daha seni bekleyen çok vaha var...

Ölümü Çağıran Adam

Durdu ve bir nefes daha çekti sigaradan, ciğerlerini doldurdu, cehennem sıcağını emer gibiydi ciğerleri, ve acıyı tadıyorlardı kendilerince, pembeden kahverengiye. Viski hiç bukadar tatlı gelmemişti, yudum üstüne yudum, boğazda kalan sıcaklık, bedenine ve ruhuna işgence etmek hoşuna gitmeye bile başlamıştı. Lanet olasının kendi ruhuna eziyet etmek zaten hep hoşuna gitmişti, ama işi azıtmıştı artık. Bugün yaptıkları belli ki daha başlangıçtı, içmemesi gerektiği halde sigara ve içki, sadece başlangıç işte, henüz duvarları yumruklamaya, kafasıyla cam sehba kırmaya ve içki şişeşlerini kırıp üzerlerinde yürümeye başlamamıştı, ki bunlar önceden yaptıklarıydı, sapık zihniyle daha neler bulacaktı kimbilir. Aslında sigara ve içki başlangıç olmalarına rağmen uzun vadede işe yarıyorlardı. Acılı ve uzun bir ölüm hazırlıyordu kendine aslında. Uzun mu yoksa kısa vadeli bir ölüm mü istediğine karar vermemişti aslında henüz. Bu gece herşey değişebilirdi, içtiği tüm sigara ve içki boşa gidebilirdi, yada yarın gece, sonraki, yada daha sonraki gece vazgeçebilirdi herşeyden. Derin bir nefes daha aldı sigarasından. Yoksa artık otmu içmeliydi. Sigaranın tadı bok gibi gelmeye başlamıştı, ama buda bi r işgenceydi ya, ondan devam ediyordu içmeye. Birden ayağa kalktı, elindeki viskiyi fondipleyip bardağı karşısında duran yerden tavana kadar uzanan cama fırlattı. Gürültülü bir şekilde yere indi cam, hoş bir esinti girdi içeri, rüzgar vücudunda dolaştı, yavaş yavaş cama yaklaştı artık yerinde olmayan cama, dışarıya şöyle bir baktı, gökyüzü açıktı, yeni kesilmiş çimen ve klorlu su kokusu alıyordu. Sigaradan son bir nefes daha aldı ve pencereden dışarı fırlattı. Sonra adımını pencerenin dışına doğru attı.......
Daha fazla izleyemezdim, izlediğim en boktan film buydu heralde. Kahrolası beceriksiz senarist, hadi senarist bok gibi yazdı, madem filmini yapacaksın üstünde çalışsana biraz be yönetmen denilen beyinsiz. Hassiktir ya ikiside aynı adammış, yoksa o adam...???

Çimen Kokusu


Yüzünü yere koyduğunda hem asfaltın sıcaklığını, hem çimlerin ıslaklığını hemde kumun dokunuşlarını hissetti. Öylece yatmak istiyordu, yağmurun altında, güneş sırtını kavururken. Asfaltın üstünden ileriye bakarken sıcaklık dalgalarını gördü, hayal meyal bir şekil geliyordu karşıdan, sıcaklık dalgalarıyla iyice bulanmıştı. Sonra kumları gözlerine sokan bir rüzgar esti, acıdı gözleri, yüreği, sonra birden ıslak çimenlerin kokusunu duydu, burnunun dibindeki çimenlerin kokusunu rüzgar getirmiş olamazdı ya??? Erimiş asfalt yüzünün ve kalbinin bir yarısını yakmıştı bile. Yolda, çimde, kumda, yürüyen birkaç hayvan onu ezerek, iterek, basarak, çizerek üstünden, altından, içinden geçiyorlardı. Kendine bakmak istedi, hafifçe başını kendi vücuduna çevirdi, şeytanın tohumunun üzerinde küçücük ama gerçek bir tomurcuk gördü. Hiç inanası gelmiyordu tohumu kırıp kuma gömülebileceğine. Sanki gördüğü gerçekmiydi de, kendine bakmamış mıydı? Birden çimen kokusu arttı, belki de gördüğü gerçekti. Asfalttan ileri dooru baktı, sıcaklık dalgalarının arasından bir şekil ona doğru yaklaşıyordu. Şekil yaklaştıkça çimen kokusuda artıyordu, ama bir türlü netleşmiyordu şekil. Biraz çabaladı içindeki tomurcuğu azıcık daha büyütmek için, belki ozaman gözleri daha iyi görebilirdi. Şekil yaklaştıkça şeytan tohumunun kabuğu sarsılmaya başladı, nedeni kendisi değildi, okadar güçlü hissetmiyordu kendini. Sonra görüntü netleşmeye başladı. Önce iki çıplak ayak, sonra iki bacak, sonra turuncu bir elbise, birbirine birleşmiş iki avuç, sanki bişey taşıyor, sonra bir gülümseme, sonrada yeşil yapraklardan yapılmış bir tac. Yanına kadar geldi. Durup baktı önce bir süre, sonra bir anda avuçlarını açtı, aniden yüzüne ölüm kadar soğuk, ama galiba soğukluk derecesi kadarda gerekli iki damla düştü. Sonra ne kabuk kaldı, ne toprak, ne yol kaldı, ne çimen, ne yanık kaldı, ne acı. Yavaşca ayağa kalktı. Bisikletine bindi ve gitmesi gereken yere doğru yola koyulması gerektiğini hissetti. Ama birşey kaldı aklında, kalbinde, bedeninde....

Turunculu Yeşilli bir Çimen Kokusu..............