Çarşamba, Aralık 28, 2011

sevmediğim tek karanlık

unuttunuz mu
ben yorgunum
sanki en büyük serzenişim.
dilime yapışmış
dağınık ve karışmış
sokakları dolaşmış gibiyim
bilmediğim
anlamaya çalıştığım
hani öyle ağrıyor bacaklarım
öyle yer çekiyor
kanepeler gözüme bakıyor
hadi dik durma artık diye
ki ben dik durmam ki zaten
var mı öyle bir kaygım?
sırf buna çabaladığım bir an'ım?
sanki ben hep
kendimi bıraktım
hiç tutmadım
hiç durmadım
hiç dimdik durmalıyım demedim
kuyruğumu yukarda tutmadım
niye öyle çağırıyolar ki beni
ben bilmiyor muyum kendimi
yorgunluğum neyden?
hem yerden
hem gökten
toprak çekiyo
gökyüzü basıyo
içim kara
içim beyaz
hafifim aslında
buluttan hafif
ama yerleşmiş
kökleşmiş bu yorgunluk
derinlerde karanlık
ama derinler hep karanlıktır zaten
durum budur madem
lazım kürek ele
sallamak derine derine
çünkü hissediyorum
içimdeki güneş ışığı
yetişebilecek gibi
en derine.

SICAK / soğuk

kış geldi
bildiğiniz kış.
soğuk var
dizkapaklarımda hissettiğim,
yakarak onları
kendini hissettiren soğuk.
üşüdüm çok,
üşümüyorum yok.
saçmalamış çimenlere bakıyorum
basmıyorum üstlerine
etraflarından dolanıyorum
itlerle de dalaşıyorum
çalıları da dolaşıyorum
elimden gelene
dileyene
yol açıyorum.
bir duruyorum
bir kaçıyorum
bir geliyorum
içerisi dışarısı karanlık
dışım içim aydınlık
güneş var
bulut var
kar var
yağmurum var.
spor ayakkabılarım,
ıslak çorabım,
yırtık şemsiyem,
biraz ıslanırken,
biraz ısınırken,
bana eşlik eden.
bazen yağmur
sırf ben istedim diye yağar
inanmayın siz,
gök sırf benim için ağlar
ben artık ağlamayım diye.

Cumartesi, Aralık 17, 2011

kalem-traş

sus
sus be adam
hepten boz ezberleri
gelir gider aklın
yüzün yarım
sırtın pek
karanlık yarın
rüzgara sarın
gözün havada
yazık sana da
soluk bir havada
yağmur bekle
düşen damlalar
dilinden dökülsün
sen söyledin diye yağdı
yağsın hep
yağsın
yağsın
anlasın
anlarsın
yine ne yazdın bak
karmakarışık
eli bulaşık
kimi samimi
kimi yılışık
ne noktan var
ne virgülün
çok dikenin
çok gülün
sen bilme
bilen var
sen yeterki
duy be adam...

Salı, Aralık 13, 2011

gelgit

 yazarken dinlenilmiş, okurken dinlenilmesinde fayda görülen şarkı,
Link: "Günaydın Sol Yanım ( İncir Reçeli)"

şşşşş
ses çıkarmayın
ve en yerine
dokunmayın
el etmeyin
bırakın
örtün üstünü
uyuyanın üstüne kar yağar derler
huzurunu bozmayın
karasına ak bulamayın
aklarını topraklara sokmayın
susun
sakın ses çıkarmayın
yanından ayrılmayın
bidaha arayıp sormayın
hal hatır komayın
geri durun
beri gelin
boşa çabalamayın
anlamayın
anlatmayın
kaçmayın
hooop
bi bakmayın
bi sigara yakmayın
ve oturduğunuz yerden
aman ha
sakın ha
kalkmayın
düşsün
bi tekme de siz atın
ya da atmayın
bir parmak ta o baldan
o acıdan
siz tatmayın
nefes alın
ama sakın
ah almayın
derinlere dalmayın
yalnız
huzursuz
susuz
kalmayın
başladığınız yeri aramayın
nerde biter sormayın
batarsa çekin çıkarın
hissetmiyosanız batırın
hadi şimdi kalkın gidin
ve hoşgelin
delidir o
siz ona
bakmayın...

Cuma, Aralık 09, 2011

zembil

eeee ben şimdi yazarım
tırnaklarımla kazarım
dayanamam
tutunamam
çağlarım
ağlarım
öfkem uçar
nem tutar yanaklarım
soğuk nefesim atkıma değer
nekadar soğuk hava
ve nekadar sıcak bulunduğum yer
sağlamından bir yel eser
ankaranın ayazı
üfledi ruhuma
üşüdü eteklerim
ve kayboldu yedeklerim
sakladığım hınçlarım
kınında kılıçlarım
dışarlıklıyım artık
hiç oralardan olmamışım.
ben ne buraya aitim
ne bendeyim
biryerdeyim
biryerliyim
içimden gelen yere
memleket derim
ahhh çekerim
offf çekerim
güler geçerim
sonra bir tane düşer
kar gibi
beyaz gibi
soğuk gibi
temiz gibi
ben gibi
boyar gibi
kırmızıyı beyaza
kaplar tüm benliğimi
kendiliğimi
yürürüm sırtım dik
başım yukarda
ağzım açık
beklerken dilime düşsün diye taneler
sıcaklık değer yanağıma
bir el dokunur omzuma
döner bakarım
tam orda
işte ben

Perşembe, Aralık 08, 2011

sahibinden az kullanılmış ruh

şimdi nerden çıktı
bu şakaklarımdaki beyaz
yok artık daha neler
sakallarım neyse de
biraz abartmıyor muyuz?
neresinden takip ediyoruz hayatı
ruhen,
ve beden, nerede durmakta ısrarlı?
nerden yürümekte katı?
içimize sığmaz büyüttüğümüz bebekler
yırtarcasına karnımıza saldırırlar
çepeçevre zorlarlar
ama izin vermez yaş-lılık
sen ve ben ve biz ve siz
izin verdikçe
ancak yaş dokunur
yoksa o bebek doğar
bir güzel ağlar
içimde büyür
içinde yürür
içinize dokunur
içlerinde güler
hepimizle yaşar.
bıraksak ya
ne gerek var bedeni takibe
ve sorsak hakime
beraat ne zaman ?!? diye

Pazartesi, Aralık 05, 2011

benden geriye kalan

suratsızlığım benden
ve yeşilini sevdiğimin
kırmızısına baktığımın
mavisine doyamadığımın hayatından
gülümsetmeyi bilmediğinde
ağlatmayı sevdiğinde
ki ben gülerim de
ağlarım da
zevkle
şevkle
ve iştahla
karanlıkta ve aydınlıkta.
sarımsı bi his var
biyerlere bişeyler oluyo
birileri kapının kenarında duruyo
biz söylüyoruz
onlar kendilerine yoruyor
bunlar hergün oluyor
kaçmanın derdine yanmak mı
ölümsüzlüğe tapmak mı
yoksa tüm gemileri yakmak mı sorgusu
lan ben kimim sorusu
cevaplanamayacak
harmansız
yalın ve karışık
tez ve güç
yavaş ve hafif
birden hemen
nerden ve kimden?
elbette
benden, kimden olacak
istediğimden
bilemediğimden
edemediğimden
kalkarım yavaşça yerimden
zaten birşey gelmez elimden
bir ürperme geçer tenimden
hastalıktan ötürü derim
bir ilaç alır
yerime geçerim
ateşten işte tüm söylediklerim
ben bazen beni bilmem
o ya da bu sebepten
kendimden geçerim.

Cuma, Aralık 02, 2011

sen misafir değilsin ki

ee geldin okadar
biraz daha otur
gitme hemen
ben taze çay demledim
rengi kızıl göklerden
kokusu ise
en ellerimle hazırlanmış harman
birer sigara yakarız
pencerenin önünde otururuz
fiskosum var benim
laflarız biraz
biraz demleniriz çayımızla
sonra susarız biraz
yavaştan akşam olur
gün düşer
gece çıkar
sokağın ışıkları camdan içeri girer
üşeniriz ne güzel lambaları yakmaya
tüller açık öylece bakarız dışarı
memurlar eve döner
arabaların ışıkları gelir gider
güleriz biraz
biraz atıştırırız
bir masa lambası yakarız
bi kenarda sarı sarı yanar
uzaktan gelen ışık gibi
sonra gece çöker iyice
çöp arabaları gezer
biz otururuz orda
kahveler içilir
lokum da var hem
sonra uyku gelir biraz
ozaman işte
ister gidersin
istersen çok rahat bi kanepem var benim
temiz mis kokulu çarşaflarım
hazırlarım bir yatak sana
uyursun
sabah kahvaltı ederiz
işe gitmeden
sonra belki bakarsın
birdahaki geldiğinde
gitmek istemezsin hem

olsa da yazdım, olmasa da yazdım

ihtiyaç,
aldığın nefes
yediğin yemek
duyduğun söz
ruhun, içindeki öz
bir çift güzeli gören göz
bi sıcak sarılma
istenen bir yere varılma
yıkanıp arınma
omuzdur dar'ına
umuttur aslında yarına
bir hallerdir bazen
yanında yaren
kah gelen
kah giden
içini bilen
yoldan geçen
arayıp soran
susup yoran
ananın dokunuşu
komşunun gülüşü
dedikoducu bakkal
yolun çukuru
hava durumu
şişenin dibi
kuş gribi
hasta yatağı
borç batağı
atılan kazık
bana olan yazık
kurumlu baca
camideki hoca
işte hepsi ihtiyaç
duyar gibiyim
neme lazım
"şu" ya da "bu" diye
bak bana
duy ama iyice
ağlamayı bilmeyen
gülmekten nereyece keyf alır
en nihayetinde
ağlayarak gelmedik mi
şu fani dünyaya...

Perşembe, Aralık 01, 2011

soğuktan! sızlayan burnumun direği

elim gözüm müsait
aslında yazasım var da
içim dışım
işim gücüm darda
ve bildiğim tüm düşünceler
harda
cayır cayır yanmakta
sıradan uyuz bir kış gününde
uyuz bir kış güneşinde
kulağa değen
göze gelen
dilden ve elden dökülenlerle
avunmaya çalışmak
anlamsız işlerle
anlamsızlıkları birleştirip
çalışmaya çalışmak
yetişeceğin nere varsa sanki
kendinle yarışmak
düşüneceğine
insanların arasına karışmak
hava kararıyorya erkenden
ve insan geceye başlıyor
garip şekiller
tuhaf gölgeler sarıyor etrafını
karıştıkların kabullenir
karıştıkların ittirir
kimi omuz atar
kimi omzuna yatar
kimi başından atar
kimi hiç bakmaz
yan gelir yatar
dünyanın anasını satar
ne seni ne bu hayatı takar.
ve sen bilirsin ki
kış gecesinde
sokak ortasında,
gidecek yerin yoksa
ev dediğin bilindikten öte,
bacakların üşüyerek bekliyorsan
o bildiğin yere giden otobüsü
gecenin bi saati,
nereye gidersen git
kendini hep yanında götüreceksin...

Pazartesi, Kasım 28, 2011

göçenin ardından

ve kanatlanır...
sessiz çığlık,
acı,
öfke,
çaresizlik,
kayıp,
toprak,
gül,
diken,
kalanlar,
giden,
beklenen,
umarak
huzura erdiğini,
ve dindiğini
acının,
işte bu
herbir kelime
telaffuz ettiğim,
gelicek,
ve bulucak
herbirimizi.
hem bu taraftan
hem diğerinden.
ve yine,
ne gelir elimden
elimizden.
söyleriz en suskun cümleleri
dökeriz yaşı baştan ayağa
ve geriye bir dua kalır,
bir dilekle,
yağsa rahmet kabre...

Cuma, Kasım 25, 2011

yağmurdan önce

sus
bak en temizi susmak
hatta dur
susarak dur
yüzünü toprağa vur
ve kaldır gölgeyi
ne gerek var güneşe
bakma üçe beşe
grileri çağır
yağmuru yağdır
sesizliği boz
bire bin doz
ezilsin asfalt
ayaklarının altında
sular dağılırken
kirpiklerin ıslansın
görenler kıskansın
gözlerin parlasın
belki için kanasın
bilsinler biraz dardasın
yürü ışıklara kadar kavşaktaki
arabalar üstüne su sıçratsın
kaçsın
söv onlara
ana avrat, dümdüz
elini kolunu salla
işte zaten bu dünya
ıslak bi dünya
insanız hepimiz güya
ve sakın unutma
aslında hepsi biraz gerçek
ve hepsi biraz
rüya.

Perşembe, Kasım 24, 2011

akşam trafiği

başkaldırışları var güneşin
soğuğa inat
parlaklığı çok karat
amma bir sor
var mı faidesi içine?
aydınlığı bile
bence kendine.
hepimiz anca yanıyoruz
kendi derdine.
şimdi kapatsa hava
gri olsa yine ankara
düşürse kimisini dara
bunaltsa bazısını
getirse ağrısını
bana değmezki
grinin eli,
yağmurun teli
ıslatmaz beni.
üstüme düşen
inci tanesidir
ağlarken gök
ve kovalarken stop lambaları birbirini
hayallerini böler
gidip gelen silecekler.
yarım açılmış camdan
yavaşça çıkan sigara dumanı
yüreğine oturmuş kaya parçasının
baskılı buhranı
uzanırsın pakete
içmediklerin elinde
döner bakarsın geriye
aklın döner deliye
ve sorarsın
niye?

Pazartesi, Kasım 21, 2011

elli'nin ağıtı

şimdi
tam şu anda
sıyrılmışken kalabalıktan
ellerim dokundu ruhuna yine
ve tutamadım kendimi
suskunluğumu harmanladım
bölünmüşlüğümle
karışıklığımla
yatışmamışlığımla.
işte döküyorum
ne taş varsa eteğimde
elimde
gözümde
yüzümde
özümde işte, özümde.
hepsi kaldı dimi,
sadece ama sadece sözümde.
yazarken hiç bilmedim
ne diyorum ben
sonradan okudum
içimden dökülenleri,
ve hep sonradan anladım
dilimden dökülenleri,
"ulan neler demişim" diyor insan
"işte o parmaklar" diyor,
suçlarcasına " bunları yazan"
hep kaçan
hep yüreğini açan.
neyseler
ve keşkeler var
içimde
dışımda
heryerimde
ve heryerde
kafamı çevirdiğim
ve gözümü yumduğum
herbiryerde,
susduğum herbir derde
isyanım var
pişmanlıklarım elle tutulur artık
kendimden şikayetim var
susamadığım anlarım,
anlamsız yanlarım
kayısı bahçelerim
yol üstü kebapçılarım
ıhlamur ağaçlarım
köpek gibi
sevdalarım var.

Pazar, Kasım 20, 2011

lan'lı lun'lu itiraf

ulan hayat
çok boktansın bugün
biliyosun dimi!
ben ne desem boş da
sen durma konuş
hayatsın ya
sen ne dersen o işte
ulan hayat
çok boktansın bugün
izliyosun gizlice dimi
gülüyorsun kıs kıs
benim olamadıklarımla
senin olduramadıkların
birleşince kocaman oluyorlar
kocaman bir hiç
ruhum sanki piç
geç git işte gün
sus yürek
söndür yangınını
usluca suyunu iç
karmaşık hesaplar
mantıksal yasaklar
duygusuz kararlar
duygusal anlar
diyorum ya
benim içim yanar
dilim anar
gözüm arar
hiç diyemedim ama
avuçlarımda hala
sıcaklığı var

Çarşamba, Kasım 16, 2011

içimdeki istiklal kalabalığı

(Dilerseniz yazarken dinlediğim şarkıyla okuyabilirsiniz. Link : Murat Sakaryalı - Uzaklarda)


merhaba,
ne demekse o da.
sözüm budur
bir orda
bir burda
kaçamak satırlar
el altından satılan kelimeler
görünmez duygular
karaborsa niyetler
ödenen diyetler
kalabalık, hınca hınç dolu caddenin ortasında
yapayalnız dikilmek
selam verse de gelip geçenler
gör(e)memek
duy(a)mamak
bil(e)memek
yuvarlanmış gibi uçurumdan
hem bu yakadan
hem o yakadan
onca emek
ulan demek
hass.. demek
lanet okumak
kendine küfretmek
akan kalabalık
etrafında yukarı aşağıya
bir an düşünün
istiklal caddesini
hani başından baktımmıydı
orası bi filmdir
siz içinden seyredersiniz ya
öyle akar kalabalık
yüreğinden
kalbalık acı
ah başımın tacı
öyle akar gözlerimden
kalabalık
gözlerim dolu dolu
gülümsedim kocaman tam şu an.
kafam kazan
kim bunları söyleyen
bunları yazan
nasılsızım
sözlerim ellerimde
kapım açık
tüm kilitler yerlerde.

Pazar, Kasım 13, 2011

neler yazdınız parmaklarım, neden yazdınız?

bilmiyorum
ve kocaman boşluk
karışık biraz
biraz loşluk
acımasız
umursamaz
damda duran pabucumsu his
yüreğimin tik-takları
ölürcesine tiz
köşede kalmışlık
köşede bırakılmışlık
unutulmuşluk
atılmışlık
kaçılmışlık
dön başa bidaha oku
ben işte
ifade yoksunu
denizinin iğrenç yosunu
içindeki "ya ....." korkusu.
ve heryerde gördüğüm
ama heryerde
kaldırımın taşı
köşe başı
birisinin adı
başkasının yası
bir müzik sesi
bir eşya
bir nota
bir ses
bir vitrin
iki kelam, önceden
yanyana duran iki harf
kahverengi A4 zarf
reklam panosu
bilmem nerenin korusu
peçeteci çocuğun sorusu
fazlası var
eksiği yok
diyecek yok
diyecek çok
suratıma astığım gülen maske
duvarlarımın hareketi
elimin teri
yüreğimin sesi
canımın içi
şu kuşlar var ya bağıran
bi susun lan.
ıhlamurların dikenleri
ellere batan
mühürlenen yerler
evlerine kaçan herkesler
soğuk ayışığında
sokakta tek başına
ben'ler

Perşembe, Kasım 10, 2011

keşke masanın altına saklanmış olsaydım, bulmak kolay olurdu

günaydın
maşallahı olmayan
kirkbir sabaha iki kala
günaydın
hala ter içinde avuçlarım
ve hala nefessizim
sessizim
en kötüsü de
kendimsizim
bensizim
belki de tüm saçma dertler arasında
- ki bizimkilere dert denmez-
en kötüsü
kendinsiz kalmak
çünkü
kaybettiğin binlece şeyi
onlarca kişiyi
ve tüm ağırlıkları
tüm yükleri omuzlamak demektir
kendinsiz kalmak
kendini suçlamaktır
güvenini çöpe atmaktır
yorgunluğunu daimleştirir
gözünü körleştirir
beynin ve kalbin
herdaim seni eleştirir
tüm isteklerini geçiştirir
kendinsiz kalmak
kendine inanmamaktır
kendinsiz kalmak
en büyük günahtır
ayıptır
haramdır
yalandır
acıtır
kaçırtır
kendinden kaçırtır
aklını kaçırtır
elindeki uçurtmayı kaçırtır
ben beni zaten hiç bulamamıştım,
maşallahsız kirbire iki kala kadardır
hepten kaybettim kendimi
hükümsüzdür

Pazar, Kasım 06, 2011

bayramlık ağız

(Lütfen bu yazıyı da yine Link : Murat Sakaryalı - Hüzün ile okuyunuz)

açsam ya ağzımı
döksem ya
düşünceziliğimi
en içten halimle.
keşke inandırabilsem
gözyaşlarımın gerçekliğine
ve keşke
başarabilsek
keşke dememeyi
yüzü suyu hürmetine insanlığımızın
unutmasak bazen bazı şeyleri
kötülükler kadar
iyiliklerde kalsa yerinde
hatırlanmanın hafifliği
unutulmanın ağırlığından baskın olsa
keşke...
biryerlerinde duruyorum hayatın
kıyısı mı, dibi mi belli değil
ne tam bi bekleyiş
ne de bir seyir
iskele sancak karışmış beynimde
dünya girdap
kapılmış batıyorum
nekadar tutabilirim ki nefesimi
eziyetim en çok kendime
ciğerlerim acır ölürcesine
kendimden sonra üzdüklerim, ezdiklerim
ya şu bayramın yüzü suyu hürmetine
affedin ha, olmaz mı
bu bir tuhaf adamı
ben hiç niyetlenmedim üzmeye
düğüm düğümken içim
çıkmaz hiç sesim
ve aldığım dersim
bir ben bir kendim
hem çok değiştim
hem hiç değişmedim
ya tamam
bir kez olsun bi durun
bir dinleyin
üstüme gelmeyin
yok artniyet içimde
hernekadar söylesemde dilimle
yine zoru dedi dizeler
yine yuttu satırlar
yine zırvaladı bu deli
bir bakarsan bu yazılanların neresi yeni
varlığım belli
yokluğum belli
yüzünüze karşı anlatsam farkeder mi?
saklanmasam kelimelerime ne değişir?
bir garip osman
herzaman ki gibi
kendiyle çelişir
sus artık be adam
sus
suuuuuus
konuşma lan
istemiyorum, sesin çıkmasın artık
sus artık
sana ve herkese yazık
sus lan
sus artık
açma o bayramlık ağzını
aslında sana değil de
başka herkese yazık...

Cumartesi, Kasım 05, 2011

kimbilir bu neyin kafası?

bu kafayla ne yazılır
ancak dipsiz kuyular kazılır
denemedim hiç böylesini
ne öncesini
ne berisini
ne gerisini
geçtim kendimden
sevdim tüm gerisini
dedim ya kafam güzel
hayat üzer
birileri gezer
birileri dizer
birileri üzer
birileri düzer
hayat bu işte
kaçamadığın herşey
seni keser.
ne diyorum biliyor musunuz?
ben bilmiyorum
hiç de bilmedim
hiçbişeyi bilmedim
susmayı bilmedim
durmayı bilmedim
kalmayı bilmedim
gitmeyi bilmedim
sonra ben hiç
geceyi gerçekten görmedim
gündüzü hiç içmedim
o sokaklardan gerçekten hiç geçmedim
gözümde birilerini hiç seçmedim
yoldan geçenlere öyle baktım
anlamsızca her ayrıntıyı kafama taktım
ha bu arada unutmadan
ben yine hatırlatıyım
kafam güzel
hayat üzer
dedim ya
hayat üzer, hayat güzel
osman yazar
osman çizer
birtek şey yapamadı
osman susar dedi
susamadı
becermedi
duramadı
osman sadece durdu
geri kalanlar gitti
istemese de
herşey oldu, bitti
bir garip hikayeyi
osman bu gece
kadeh kadeh içti
...

Çarşamba, Kasım 02, 2011

kaotik hıçkırık

durulmama eğiliminde
ve şiddeti dengesizliğini sürdürmekte
kanamanın
cezası belirsiz
yaralamanın
nefsi müdafaa
kasten sözlü saldırı
baskıyla adam öldürmeye tam teşebbüs
hayırlar ve evetler
gözlerim
yerinden dökülmüş
sinir ağlarından demetler
koku yok
ses yok
sıcak mı?
his yok
karışık, yitik, bitik
azıcıktan fazla ölümcül
sınırlarında hayatın
belki sadece kalbe kalan
son bir atım
tik tak
sonra arkasından bakın
çok belli düzensizlik
kaosu tutabilirsiniz bile elinizle
hepiniz mi uğraşıyorsunuz
benim gibi kendi delinizle
içinizden böğüren bir deli
ne zamanı bilir
ne yeri
bağırır
sayar söver
acır ya
engelleyemez
duvarları
bilirsiniz
hani üstünüze gelen duvarları
sen duvarları engelleyemezsen
yaklaşırlar
yaklaşırlar
yaklaşırlar
sonra
ölürsün.

beyin parçalayan makineli tüfek

sırnaşık
karışık
yılışık biraz beynim
ekşi ve kekremsi
ağzımda
burnumda duyduğum
ve kurduğum cümle
devrik
yenik
yitik
boşa düşen
dolu mermi kovanının
farklı tıngırtısı
ve kaçışırken salak kalabalık
üstlerine sıktığımın keleşi
görünmez söz savuruşlarım
kırbaç paragraflar var elimde
her geri çekişimde sırtımda patlayan
arada beni unutan
kırmızı şeritten izler bırakan
saçma öbeklerden oluştum
sağa sola koşuştum
kafamı duvara vurdum
yumruğumu fayansa gömdüm
gözlerime perdeler ördüm
ona buna önüme gelene sövdüm
kendi kendimi dövdüm
ne yaptım ne ettim
beceremedim
olmuyor
kafama sıksam
ve
balkondan aşağıya uçsam
kuş/taş misali

Pazar, Ekim 30, 2011

sonbahar, acı, ankara

ve yuvarlarım taşlarımı aşağıya
tozu toprağa katar küçükcük çakıllarım
yetmez kimseye akıllarım
yalandan acımadı ki derim
kanarken herbiyerim
koşarken düştüm
kapıya vurdum
merdivenden yuvarlandım derim
sakinliğim acımdan
üflemeyle öpmekle geçmeyeninden
anne eli değsede iyileşmeyen
alışkanlıktan olsa gerek
kolonyalamak, yakmak, dağlamak
ee hepsinin üstüne
oturup birgüzel ağlamak
sonra kafanı gökyüzüne kaldırırsın
ağlarken hani
umutla bakarsın
sonbahar sana rüzgar verir
soğuğuyla beraber gelir
üşütür
hele ankara da
şairin dediği gibi
gridir gerçekten ankara
ama boynunda atkı
kafanda bere
gözünde üç damla yaşla
güzeldir ankaranın sokalarında gezmek
havasını içine çekmek
fazla yürürken
fazla düşünmek
sessiz sözsüz bir filmin
kamerası gibi görmek
dışında hissetmek hayatın
görünmez olmak
kaybolmak
yorulmak
oturmak
düşünmek
yine yorulmak
yine düşünmek
yine üşümek
sonra yine sonbahar
yine ankara
yine ağlamak
yine bağırmak
ama sesinin çıkmaması
tüm ankarayı yıkmaması
söylemeye çalıştığım
söylediğim yanlışların
ağzımda bıraktığı acı tadı
bari yağmurların yıkaması.

korkuluğun cenazesi

( Ben yazarken birşeyler dinlerim, bazen bir şarkı birkaç yazıya destek olur, bazen her şarkının bir yazısı vardır. Aşağıdaki parçayı bu yazıyı yazarken dinledim, siz de okurken dinleyin)
Link : Murat Sakaryalı - Hüzün

derin bir nefes
içine doğru
ta en derine
en derininden
ve ellerini yüreğine bastır
parmaklarının izi çıksın
ama ne mümkün sökmek
yavaştan
çok yavaştan acıyacaksın
ama hiç durmadan
kanayacaksın
tırnakların yüzünü
gözünü çizecek
yumrukarın kafatasını ezecek
sustuğun kadar ağlayacaksın
ağladığın kadar yaşayacak
ağladığın kadar öleceksin
düğümleneceksin
söveceksin dillerine
sarılacaksın dikenlerine
karışacaksın
yalnız kalabalıkların içine
için çekilirken
yüreğin ezilirken
nefes bile alamazken
güleceksin
tüm diğerlerine
bak tutamadım şimdi
şu an yine kendimi
kapandı gözlerim
dökerken içindekileri
ben öldüm de
haberim mi yok anne?

Çarşamba, Ekim 26, 2011

içimdeki öcülerim

yazmıyormuyum ben artık
durdum mu?
çıkmıyor mu sesim?
yüksek değil mi önceki kadar?
fısıldıyor muyum azar azar?
hem bağırsam ne yazar?
ama susmuyorum
kalemsizliğim bilinçli
ruhumun bilinçsizliğinden
derinliğimde değişen hiçbişey
hücrelerimde aynı şey
zaman yer ve herşey
keskin bıçak
sivri iğne
kağıt yarası
toprak karası
kanın ıslak hissi
yalan herşeyin ötesi ve berisi
suçlarım gerçek
yanlışlarım baki
biri alsın üstümdeki bu gerzek adamı
bilmekle susmak
anlamakla konuşmak arasındaki bağı
kesiversinler
biri demiş ki
"duymaktır asıl marifet
konuşarak bir yere varamazsın"
düşük çenenle
hiçbir yere varamazsın
sus artık, herkese
at sözcüklerini artık terkene
yum gözlerini
aç kulaklarını
ve bekle

Salı, Ekim 25, 2011

parmaktan tabanca

elimden birşey gelir mi
yani dökülür mü tam bilemedim
dökülür mü çiçeklerim böceklerim
kelimelerim
azlarım çoklarım
korkularım kaçmalarım
saçmalamalarım
kafamdan yolduğum saçlarım
üstümü örtün
üşüdüm
çünkü gökgürültüsünü gördüm
ellerim dondu işte
kıpırdamıyorlar
yazamıyorlar
çizemiyolar
tek yaptıkları ıslanmak
uslanmak
susmak
ellerime bak
yüzümdeler şimdi
tek yaptıkları
utancımı kapamak

Pazar, Ekim 23, 2011

hoşgeldiniz(!) yeniden

günaydın
sabahın körüne
kapalı göze
nefese.
günaydın
gece gelen yağmura
hıçkırığa.
günaydın işte
yeniden
benliğini unuturcasına
kendinden geçercesine
nefesini tutmaya.
günaydın
korkudan kapıya arkanı dönüp yatmaya
ağlayıp aylayıp saklanmaya
hiçbiryere kaçmaya.
günaydın
en soğuk sabaha
anlamsız otobüs gürültüsüne
çayla kahve arasındaki seçime
bakılırken gülmeye.
günaydın
acını kimse yokken
masanın üstüne gömmeye.
günaydın
durup durup kafanı parçalama isteğine,
günaydın
dökülmeye gebe sözlere,
günaydın
kıpkırmızı gözlere,
ve günaydın
üstüne alınmak isteyen herkese...

Perşembe, Ekim 20, 2011

vallahi istemedim

küçük bir damlayla başlar herşey
dere, yağmur, toprak, deniz
küçük bir herşey damlası
içimin dağlarının garip havası
denizlerimin dalgası
sözlerim uçuşur havada
ne dediğimi bilmem
ama yemin olsun size
vallahi de billahi de
istemeden öyle çok kırmışım ki
hem niye isteyeyim birini kırmayı
dediğimle yaptığım bir de
deyişim çok fenaymış be üstad
öyle derlerdi bana hep
"tavrın yanlış oğlum senin"
lan var ya
ben üzmek istemedim
yeminle
keşke tüm geçmişimi temizleyebilsem
azdır keşkelerim ama
milyon kere keşke desem buna
azdır
silebilsem keşke
an be an hissettirdiğim kötüyü
silebilsem keşke
kötüyü hissedenin keşkelerini
silebilsem keşke
acıyı, benden olan derdi
verebilsem keşke
sana kendini...

Çarşamba, Ekim 19, 2011

ben sana ne yaptım sonbahar?

öyle bir ağlarım ki
yer gök delinir
rüzgarlar delirir
konuşur sokağın tüm hayvanları
kulak kesilir etraftakiler
komşular pencerelere çıkar
öyle büyük olur ki feryadım
mahalle çalkalanır
sonra otobüsler taşımaya başlar seslerimi
yayılır tüm ankara'ma
işte öyle bir ağlarım
nedenli nedensiz
bir de öyle bir susarım ki
kimse dönüp bakmaz gibi gelir de
duyanlar önceki figanımı
"noldu ki bu çocuğa da susuverdi" der
bakar gök, bakar yer
kayar altımdan üstümden günler
bir de öyle bir koşarım ki
kaçmaya çalışırken herşeyden
bir de bakmışım ki
beni de almışım yanıma
bırakamamışım kendimi
unutmuşum da neyi
kendimi unutmayı unutmuşum
işte aklım böyle bir deli
anlayan varsa beni
durmasın gelsin beri
artık kendimin ne zamanı
ne de yeri.

Salı, Ekim 18, 2011

karıncalı at

bir çiselemedir aklımdaki
öyle tatlı ıslatır ki yapraklarımı, dallarımı
ağıt gibi yağar üstüme
amma öyle tatlı yağar ki
ağıt mı öğüt mi bilemem
dururum da başımda, gidemem
diriltebilecekmişim gibi ölüyü
beklerim mumun ışığında
eh be hayat
zaten beklemek değil mi yaptırdığının çoğu
durup durup devam ettirmek
öyledir işte hayat
konuşturur adamı bi tuhaf
gönülle akıl arası
koca bir araf
tutunup atlı karıncaya
varmaya çalıştığımız yerler var bizim
bir umutla başdönmesiyle savaştığımız
dönerken gördüğümüz güneşi
vardım sandığımız
aslında olduğumuz yerde kaldığımız
ak'ımız, kara'mız
içimiz dışımız
yeşil'imiz, al'ımız
kanımız
susayım artık
çiselemem bitmeden
toprağımın kokusu dinmeden
yağmurlar daha uzağa gitmeden.

Pazartesi, Ekim 17, 2011

yazamadığımda

ya bukadar mı sevmiyosunuz beni?
bukadar mı birçok şey?
bukadar mı adam değilim?
bukadar mı vurdumduymazım?
bukadar mı sorumsuzum?
böyle gider bu liste
vardır gerçi hayr her işte
ben bukadar "çok" muyum?
uyuz muyum gerçekten?
gıcık olunacak biri miyim ya?
ne çok soru
hiç düşündünüz mü bir kere bile olsa
ne derdi var acaba ki böyle? diye
belki doğuştan gerizekalıyım
belki sonradan oldum
belki düşündüm düşündüm doldum
belki de ben olmaktan yoruldum
sormayın cancazlarım
öyle bir klişeyim ki
kimim nerdeyim
belirsizim
bir adım atsam hayata
dedikleri gibi akıcak belki
susuyorum şimdi
konuşsam zaten adım fevri
sakin ol diyolar
heryerdekiler
evdekiler
iştekiler
ben hep bu oldum
sevene de sevmeyene de.

Pazar, Ekim 16, 2011

gecem+gündüzüm=bütünlüğüm

ben inandırmışım bir kere kendimi
beceriksizliğime
ve yerle bir olmuşum
değişik iklimlerimde
yüzümü kaldırmaya çalışmışım
anca görebilmişim
aydınlık mı karanlık mı
geceye tutunamamışım
gün sırtını dönmüş
becerememişim
hiçbirşeyi
bana ait değil hiçbirşeyim
ben ettim
benden gidenin adı
herşeyim...

Cumartesi, Ekim 15, 2011

ağıtlarım, gözyaşlarım ve ıslak kağıtlarım

konuşamıyorum
duyamıyorum da
tek yapabildiğim yazmak
kelimelerimle iğneyle kazar gibi kazmak
yazmak, durmadan yazmak
göze değer, dile düşer, içe girer diye ummak
yazarken dinlerim ben
bazı notaları
kulağıma hoş gelen
yüreğime, telime değen
öyleyim işte
bazı şeyleri
bazıları olmadan beceremeyen
notalar var şimdi kulağımda
elleriyle tellere vuran bir üstaddan
ağlayan notalarla ağlama diyor
mümkünmü nağmeler dökülürken damlalar halinde
benim çağlamamam.
üstad çalar
ben ağlarım
içim dökülür satıra
tüm dünya sanki güler bana katıla katıla
neye yazgılıyım Ya Rab
ah şu yağmur birdaha konuşsa
anlatsa.
anladım hep herşeyi de
yapamadım be
beceremedim
konuştum, yaktım
sustum, yaktım
dokundum, yaktım
sakındım, yaktım
üzdüm, yaktım
üzüldüm, yaktım
kendim, ruhum, özüm
gözyaşı oldu, aktım
rüyadan uyandım
hayattan kalktım
tuz basmak nedirki yaraya
ben benliğime bıçak attım
içimde bi şey
nefes alacak yerim az sanki
kaybolup gidesim var
kaçasım var da, kendimden mümkün değil.
duruyorum, nereye gitsem?
olduğum yerde
ben sonunda gerçek beni bildim de
ve sonunda inandırabildim kendimi,
eskiden ben dediğim şeyi olmamayı becerebildiğimde
mutlu olabileceğime.

Cuma, Ekim 14, 2011

susabilmeliydim

ben hep aynı şeyi yapmışım
oturmuşum kalkmışım
tek ayak üstünde yatmışım.
dostuma da
anama da
sevdiğime de
aynı haltı satmışım.
ne konuşmayı bilmişim
ne susmayı
ne zamanını bilmişim
ne yerini
yerli yersiz dökülmüşüm
sonra da beklemişim ki
desinler "ama haklı".
yok ya
değilim haklı falan
şimdi bakalım geriye
nerem haklı
haklı olsam ben burda mı olurdum acep
hangi yakın uzak
hangi uzak yakında kalırdı
neyse işte
ben bu gidişle
daha çok ağlarım,
hayat geçişte.
beni ben yapan şey dediğim
sonra birden bildiğim
zamansız ve yersizlikmiş asıl ben
ama ne boktan bi ben
ne yurt kaldı ne yen
sözün özü
özün dibi
anlamak gibi
ben adam sandım kendimi
konuştuğum zamanlarda,
meğerse susmakmış asıl marifet,
incitmeden bekleyebilmek,
tüm zamansız ve yersiz sürçi lisanlarım
umarım ki affola...


Perşembe, Ekim 13, 2011

titrek mum ışığı

ucundan kırpıklıyorum hayatı
öğrenemedim
öğrenebilir miyim bilmiyorum.
kendim olmak dediğimin
hiçbişey olmadığını anladım sanki
ya da bir bok anlamadım da
sanrılarla yaşamaya devam ediyorum.
köşeleri var hayatın
sokaklar gibi
illaki döneceksin bazı yönlere
ama ben çocukluğumdan beri özürlüyüm
ne duvar ne kapı köşelerini görürüm
hep çarptım
halada çarparım köşelere
kafamı gözümü
bazı köşeler vardır
favori köşelerim
çok severim
hep gider çarparım
içim de öyle işte
içim derken ses işte
içten gelen
o öyle bir köşe ki
illa dinlicem onu
illa ki gidip ne derse onu yapıcam
kimi zaman boynu bükük kalıcam
kimi zamansa tanımışlıklarımdan dolayı şanslı sayıcam
ya biliyomusun
anlatamadım aklımdakini bu sefer
bu gün'düz
bu gece
her gece
birden çok hece
kimi zaman altı, kimi zaman üç hece
içim varya hala yüz derece
kaynatmakta
aratmakta
baktırtmakta
sözlerim kayıplarda şimdi
mum yaktım ama
gözlerim sanki karanlıkta...


Çarşamba, Ekim 12, 2011

yağmur çobanı

ben şimdi yeniden yazayım
okuyuvermeniz için
ki benim döktüğüm içim
sizin anladığınız biçim biçim
bu aralar dökülen dökülene zaten
yapraklar misal
yağmur bile yağmadı döküldü
gök yerinden söküldü
ama öyle güzel değerki tene
sonbaharın yağmuru
iklimine dokunur hücrelerinin
darmaduman eder içini
içinin yaprakları süpürülme ihtiyacı duyar
toz dumandır heryer
yağmuru dökersin işte üstüne tozumasın diye
karmakarışık dimi
insan işte
başka ne umabiliriz ki
karmakarışıklığa mahkummuşuz gibi
dibine dibine iterek herşeyi
kendimize bile söyleyemeden gerçeği
korkarak yaşamayı tercih etmeyi
iyi beceririz
neyse, ne diyordum
yağmur yağdı yine bugün
artık yağar hep, sanırım
umarım
ben hep sonbahardım
severim ondan
telime basar benim yağmur
telime basıldım mı da, dökerim notalarımı
çalarım, söylerim
en acıklı şarkılarımı
bi yolunu buldum yaşamanın acıyla
kurtulmak lazım ama
gereken biraz çaba
bense hiçbişeye bulaşmadan
sırtımda bir aba
acemice duygularıma çobanlık etmeye çalışmakta.


Salı, Ekim 11, 2011

hayatın -lan hali

lan hayat
ne diyim ben sana
nasıl anlatayım ben sana
onbeş ay bir hafta oldu elimden sigaramı aldın
ya tamam ben bıraktım bi kenara
habire kilo alıyorum
elimden yeme zevkimi almaya çalışıyosun
ulan diyet yapmak sigara bırakmaktan daha zor
sağlıklı yaşamak ha
mutlu yaşamak nolcak acaba
şu anda açım, sigarasızım
ve daha elimden aldığın birçok şeysizim
kimsesizim, yalnızım
anlamadığım bi yerdeyim
iş denilen bişeyi yapıyorum
ben ne yapayım şimdi
ruhum dar, yarım
aslında en temizi nasıl olurdu biliyomusun
simidimi alırdım, çayımı alırdım
sonrasında sigaramı yakardım
sonrasında mutsuzluğumla
nerdeyimlerle
kimimlerle boğuşmaya devam ederdim
ulan içmiyim tamam
yemiyimde
eeee sonra
sonrası ne
bok, oldumu bak söyledim
bok
bi bok yok işte.
boğazımdaki ceviz büyüklüğündeki şeyi
ellerimle sökebilsem sökerim
ama mümkün değil
hiç yolu yokki onu ordan almanın elle
ne güzel saçmaladım dimi
neyi suçladım şimdi, kimi
kendi üstüme geldim
korkuttum sanki kendimi
sövdüm anama, bana
acıyorum ya kendime hep
ben kendime inanmıyorum ya
ben inansam
inanılır mıydım ki?

Pazartesi, Ekim 10, 2011

ankara'm

ve ankara merhaba dedi baharın en sonuna
tam anlamıyla merhaba.
hiç eksik etmediği gibi
yine ıslattı beni iki tekerin üzerinde
iliklerime kadar hissettim yalnızlığını ankaranın
soğuk soğuk öptü yanaklarımı, dudaklarımı
içimi ürpertti, bir hoş oldum bir an
ve üşüdüm bir an korkarak
yanaklarıma dokundu ankaramın yağmuru
minicik elleriyle sildi yanaklarımı
ki ben de ağlamıştım zaten
ılık tuzlu gözyaşlarımı ayırdı yağmurdan
sonra bi rüzgar estirdi
öptü beni rüzgar inanmazsınız
kapatmadım kaskımın camını
bıraktım ki bilsin beni ankaram, yağmurum, rüzgarım
zaten hiç tutmamıştım elini kolunu
ne isterse o ankaranın
dün gece oldu bu karşılaşma
giremedim eve o yağmurda
dayanamadı yüreciğim
bırakmaya tekbaşına yağmuru, ankarayı
ıslandım yağmurun kokusuyla
ıslandım ankaranın dokusuyla
ıslandım en sağanağıyla gözyaşlarımın
ıslandım en korkunç rüyadan ter içinde uyanırcasına
hadi artık ama
uyanayım,yetti

Pazar, Ekim 09, 2011

umuyorum

bukadar kötü değilim ben
bu kadar umursamaz
bu kadar sorumsuz, umarsız
değilim bu, böyle
zaten bilmezken neyim, kimim
birimiyim, değilmiyim
gecenin bi körü şimdi
yükselen sesler var içerde
bense herzamankinden yorgun
duyamıyorum artık çünkü
kırkta bir bile
acaba benim sesim çıkıyormudur
ulaşıyormudur biraz öteme
ya da çok uzaklara
duyulmam lazım
kocaman söylesem de azım
elimdeki tek şey yazım
bir kulaktan girer
yolumu bulmak isterim
çıkmamacasına
diline dolanan bikaç notacasına
mırıldanılmak
gün boyunca söylenmek, ömür boyunca
ellerim donuk, sesim boğuk
tenim soluk,
üşüyorum,
içim geçiyor, beynimde kanama var
uyutmamam lazım
unutmamam lazım
her saniyeyi hatırlamak için
sabahlıyorum kendimle
kırpmadan gözümü
unutmadan sözümü
içimizde ki o iyilik özünü
unutmam, unutmak da ne ki
çevir rüzgar
döndür başımı, döndüğüm yetmezmiş gibi
ama ben kıpırdamayacağım
yerimdeyim
hiç oynamadım
oynamayacağım
biri binlerine katarak dakikaların
saatlerin
günlerin
yerimdeyim
hiç oynamadım
burdayım
biliyorum ki
yağacaksın
ve ben ıslanacağım yeniden şükürle

Perşembe, Ekim 06, 2011

dört vakitlik merdiven

susuyorum
sessizim
seslenemiyorum
sesim çıkmıyor,
susuyorum
mecburum
dilim dolu
içim dolu
gözlerim dolu
karanlık dolu
ışık var mı, yok mu?
nerdeyim ben?
nerde ışık?
nerede içimde ki kendini bilmez yılışık?
durun bi durun
gelmeyin üstüme
tek tek ya da
bekleyerek
biraz durun
zaten yüküm ağır
kulaklarım başka herşeye sağır
gözüm görmez
bi koklarım yağmuru
o da yağmurdan işte
yıkar da temizlerse diye
bir umut içimde
öyle güzeller güzeli biçimde
sonrayı beklerken
zaman kontrolsüz
içim öyle yüzsüz
susmamakta inatçı
bense kafama vurmaktayım
her başımı kaldırdığımda konuşmak için
yanıyor içim
bir kelime
bir cümle için...

pembe gömleğim

beğenmediler pembe gömleğimi
halbuki ne kadar şaşırtmıştı
yetmezmiş gibi bir de yakıştırmadılar
ee pembe gömlek ama napalım
hayaller için toz pembe uygun da
gömlekler için değil mi?
ne yani, hayalimi kuramaz mıyım ben pembe?
ve rengine bakmadan düşleyemez miyim herhangi birşeyi?
ben umutlanamaz mıyım bir ihtimal için?
ben umamaz mıyım olabilirliğini herbişeyin?
ben bişeyim
hiçbişeyim
herşeyim
geri geldim
toz pembe, beklemekteyim.

ve yine ağlasam

bir saniye kaynar bir saniye buz gibi bir su
akar başımdan aşağıya
ve öcünü alır aslında hiç kaçmadığım yağmurun
kalıp kalıp sabunlarımla kaynar zeytinyağlarım var
ellerim içlerinde
köpüklerle alevler birbirine girmiş
yakmaz ellerimi yağ
korkmayın
yüreğim yanar ama
ne zeytinden ne yağdan ne sabundan
ne yağmurdan ne güneşten ne aydan
yüreğim yanar
yanar işte öyle, dinleyemeden, anlayamadan
baloncuklar yaparım sabunun köpüğünden
uçurasım gelir tırsak balonları
düşüncesizliğimin ince tellerine takılırlar
ne balon kalır ne tel
bu oyunda sadece düşüncesizlik baki
ağzımı açarım üflemek için yeni bir köpüğe
nefesim durur, dilim tutulur takılmışcasına törpüye
başımı kaldırırım bakar gibi göğe
görmeyen gözlerimle susarım söve söve.
alınmayan nefese, konuşamayan dile
görmeyen göze, durmadan söven dile
bu kadar ağlamak niye.
işte tüm bunları diye diye
acıyı lokmalara bölüp her öğün yiye yiye
unuttuk biz umutları, huzurları, sevgileri
bıraktık bir sonraki, daha sonraki, en sonraki seneye
şimdi bi bulut gelse tepeme
gri, antrasit, severim
yağsa iliklerime kadar
yıkasa ne varsa kokulardan
sadece toprak kokusuyla
ten tene değinceki koku kalsa
yağsa yüreğime kadar yağmur
yıkasa ne varsa orda burda
sadece kalsa ıslaklık bedenimde
bir kalp atışı bin olsa
Bidene kalsa
hiç yerine hep olsa
yağmur yağsa
ben uyansam
nefes alsam
ve yine ağlasam
susmayı hiç beceremedim ki zaten...

Salı, Ekim 04, 2011

kendi kaosumla atışmalar

yok ulan yok
yok işte anlayın
bende hayr yok
ve hiçbişey yok
ve herşey
herşey yok
umutlu bir sonbahar yaprağı bile yok
sarı, sokak ortasında
rüzgara takılmış
"sonbaharda yaprağın umudu mu olur?" demeyin
olur, neden olmasın
o da toprağa karışıp yeni bir can olmayacak mı
bilmiyo mu o sanki hayat düzenini
koptu diye dalından öldü mü yani
her dalından kopanı ölür mü zannedersiniz
ölmez be, ölmez
ben misal öyle çok koptum düştüm
kıştım, üşüdüm
yara berelendim
ölmedim dedim, ama gömüldüm
sonra, yaraladım,
acıttım, düşürdüm
üşüttüm, kışa çevirdim
yok ettim, çok ettim, bok ettim...
ettim ulan ettim
ben ettim, ben buldum
ben de sonuçta bir kuldum
kimseye kızmam benden ötürü
niye kızayım kimseye zaten
ben ne mal olduğumu bildikten sonra
haketmişliğin dayanılmaz ağırlığı var hücrelerimde
kendime soktuğum bıçağın üçüncü hareketine dayanamaz haldeyim
bir kez bile okumadan döktüğüm kelimelerim
kendi boynuma dolanmış ellerim
sanki doğrudur birtek dillerim
hiç ama hiç olmadı benim, zaferlerim...

Cumartesi, Ekim 01, 2011

zordur, kim kolay dedi ki zaten...

bi görüntü vardır bazen
aklımızdan çıkmaz
bi görüntü var aklımda şimdi
çok uzun olur sanırım, çıkmaz
parmakları yüzünde
tırakları derisinde
koparıp atmak ister yüzünü, yüreciğini
alnına basar tırnakları
acıtır etini, tenini, yüreciğini
zordur yaşamakta yaşatmakta bu görüntüyü
zordur gören taraf olmak
ama eminim daha da zordur görülmek
sana seni yerdiren şey
sana seni yolduran şey
gözlerimin önünde, ağlamaklı bir yüz
yalvaran eller
susamayan diller
ve o parmaklar, yüzüne giden
koparmak istercesine başını yerinden
hiç ama hiç haketmeden
zordur acıyı görmek
zordur acıttığını bilmek
yanlış anlaşuılmakta zordur
ama bazen bazı şeyler diğerlerini ezer
seni senden alan şey
kimisine vız gelir geçer
sana vız gelense
ölüm gibidir birisine
ve anlayamamak kalır gerisine
sen bilirsin , birisi bilir
o bilir, siz bilirsiniz
bi gelir bi gidersiniz
konuştukça ağlar, ağladıkça susarsınız
zordur hayat
zordur bildiğin herşey
zordur acıtmak
zordur acı'mak
zordur görüntüler,
deriye gömülen tırnaklı üzüntüler
kırık olmayan paramparça gönüller
zor ulan işte hayat, zaten kim kolay dediki
ulanını sevdiğimin küfürleri
sustuğumun sokakları
anasını avradığını sevdiğimin şehirleri
yüzüne değen sıcak elleri...

Çarşamba, Eylül 28, 2011

bu gece

pek bişey söyleyebileceğimi sanmıyorum bu gece
bu gece son günlerin en kötü gecesi
sorma nedir nedeni, öncesi
canım yanıyo çok
ve evet, sanki hiç çare yok
hayat bu, değmek zorunda elimize, gözümüze, yüreğimize
ve acıtacak illaki bi tarafıyla
madalyonun yüzleri gibi, farklı hislerle değecek ruhumuza
inan gerçekten söylüyorum bunu
içim yanıyor, canım acıyor çok.
bu gün, bu akşam, bu gece
uzun zamandır hissetmediğim okadar çok duyguyu bi arada yaşadım ki.
bu gece ben kimim , kayıp.
anlatamadım dimi tam,
bak şöyle anlatayım
biliyorum herkesin derdi kendine büyük amma
bu gece sanki yüreğimi söküp aldılarda
yerinede tozbezi doldurdular
her yer kan.
işte öyle yoksunum bu gece
böyle gecelere umut yükler kimileri
yok, olmaz, mümkün değil
somut hiçbişeye meyilli olmasa da bu gece
hiçbir şeye sebep olmayacak olsada
umut falan yok
bir tek gerçek var bu gece,
bu gece canım çok acıyo.

Pazartesi, Eylül 26, 2011

kıvranış

sancılarımı sereserpe yerlebir etsem
uzatsam ortaya
alıp süpürse birileri
içimi sıkmayı bıraksalar
korkmasam, hiçbişeyden hayatta
ben, ben olmayı becerebilsem
herkes kendi gibi olabilse
hepimiz birbirimiz gibi olamadığımızı bilebilsek
bi anda oturup
bi anda kalkıp gidebilsek
kafaya taktığımız o minicik dalın ucundaki yaprak var ya hani
hani oraya hiç uymayan ama orada duran, durmak zorunda olan, duracak olan
hah işte o yaprağa hiç takılmasak
çünkü bizim değil
ağacın yaprağı o işte, ağacın
her dalın yaprağı kendine
biliyosunuz bunu dimi
her ağacın dalı kendine

bi de kırık dallar var
kurtaramayacağımız bişey
her dalın yaprağı, her ağacın dalı kendine olabilir ama
ne gerek var rüzgar olup koparmaya kırmaya
sonra sana gölge verecek dalı kalırmı ağacın
sonra demez mi sana
"dallarımı kırdın sen benim" diye
insanız diye diye insan olmayı unuttuk
kendi hayatlarımıza saygı duymuyoruz ki
başkalarının, ağaçların, çiçeklerin, böceklerin
emeklerin, sözlerin, gözlerin hayatlarına saygı duyalım
bir an durup az biraz uyalım
biraz sana, biraz ona, biraz bana uyalım
biraz da birbirimizin ne dediğini duyalım.,
önyargısızca

göze kaçan tozlar

hükümsüzlüğünü ilan ettim uykunun
amaç uyumamak değil, bağcıyı dövmek aslında
boşvermişlik diledim lambanın cininden
ellerini açtı ve bilmediğim bi dilde konuştu
gözlerimi kırptım, ağladım sanki
toz kaçmış meğerse, ağladım sandığım zamanların çoğunda gözlerime
ben içim yanıyor derken, buharlaşan denizmiş aslında nemlendiren
koyuversem eskilerden bir kaset,
nemli havada denizin kıyısında dursam
toz kaçsa gözlerime
ağladım sansam
konuşsam yine denizle, dalgalarla
ergen gençliğimde yaptığım gibi
bunalım takılabilsem ozaman ki gibi gerçekten
cehalet lütufur desturunun gerçekliğini ispatlasam yine ve yeniden
farkındalığın herzaman yararlı olmadığına inandırabilsem birkaçınızdan çoğunuzu
ayaklarımın altından akıp giden yolların aslında yaşanmışlıklar olduğunu bilsek hepimiz
farketmez kimin ayağı kimin hayatı olduğu
akıp gittiğini farketmek lazım oysa geç kalmadan
düz durmak değildir asıl olan
nasıl dengedeysen öyle durmaktır
en az nasıl toz kaçıyorsa gözlerine öyle durmaktır
toz kaçmadığında da harbiden ağlayabilmektir
hayat sen nasıl istersen öyle olur,
sen neysen hayatın da odur...

Pazar, Eylül 25, 2011

becerememek

Sırtında taşımak kaç gündür boş bir sandığı
ve karanlıkmış meğerse aydınlık sandığı
görmeden geçmek akan yolları
kaçırırken ruhundaki iğne deliğinden bedeninin özünü
ve bakmamak, görmezden gelmek, kaçırmak gözünü
tüm olanlardan habersiz hissetmek
ama dibine kadar bilmek
yaşamak
hissetmek
ağlamak iki dakikada bir
hatta ağlamak bir dakikada iki
damla değil bir , iki
içinin nehirlerini dökercesine
yırtarcasına boğazını
kafanı duvarlara vururcasına ağlamak
ama bomboş hissetmek
boş bir sandık gibi
yine durup durup satırına "acı" yazmak
ne çok acı yazıyorum Ya Rabbim demek
üzülmek, bunca emek
biryerlerde durmak, biryerlere gitmek
gelmek, içmek, yemek
hayat işte demek
aslında gerçekten hayatı becerememek
şimdi kafamı kaldırıp şöyle bi baktım da yukarıya
bunun bir tek açıklaması var
o da
yaşamayı becerememek.

Cuma, Eylül 23, 2011

bende hiçbişey yanlış değil

hiçbişey yanlış değil bende
biliyomusunuz, hiçbişey
normalim ben de hepiniz gibi
hepiniz gibi üzülürüm ben de
hepiniz gibi ağlarım
herkes kadar üşenirim,
yok lan yalan söylüyorum
hiçte hepiniz gibi değilim
bok gibiyim işte, biliyomusunuz
nasıldır böyle hissetmek
hiçbişeyden memnun olmamak
herşeyden bunalmak
herşeye muhalefet olmak
"haaa O mu? o memnuniyetsizdir ya bırak" dedirtmek
böyle işte lan, böyle
"ee ne duruyosun, madem biliyosun dikkat etsene" diyonuz dimi
demeyin ya
demeyin
dangalak değilim ben, dikkat etsemde beceremiyom işte
olmuyo ulan olmuyo
bu lanlara ve ulanlara kızdım bak şimdi
ne gerek vardı sövmelere ya
üzdüm mü sizi??? üzmeyeyim ya
yeter üzmek üzülmek
hiçbişeyin bende yanlış olduğuna inanmıyorum
yanlış bende herşey sanırım
ne varsa üstüme alırım
böyle dönen dünyaya gözlerim kapalı bakar kalırım
ağlarım, evet, gözlerim kırmızı olur
nerdeyim demem
kim var demem ağlarım
yakışmaz dimi, güçsülüktür dimi
iki damla gözyaşının verdiği rahatlığı hiç bilmeyenleriniz var
sustum bak şimdi, durdum, yazamadım bi an
bi an ben değildim
bi an hiçkimse oldum
oysa ben hep herkes olmak istedim
bu yüzden içimdekileri söyleyerek gizledim

öyle karmaşık ki ruhum
bu söylediklerimden birileri birşey anlar mı acaba
çok özledim beni
çok
bende hiçbişey yanlış değil
yanlış olan tek şey
yanlışmışım gibi durup durup ağlamam
iki damla da sizin için döküyorum şimdi
iyi ki varsınız...

Perşembe, Eylül 22, 2011

rüzgar vardı

şimdi tam şu anda
ankara'da, rüzgar uğulduyor
kapının eşiğinden
pervazlar çarpışıyor
ciğerlerim bi sıkılıyor, bi nefes alıyo
normal değil içime çektiğim hava
özlediğimin sonbaharının ilk gaza gelişi
gerçi özlesem ne ki,
fayda mı eder benim dengesiz aklıma
yol mu gösterir yağmurun sesi, rüzgarın yönü
yorgunum dedim, anlamıyorsunuz dedim
ben bende değilim dedim
nerdeyim kimse bilmiyor, ben bile
sen bile, biz bile...
bile bile lades bu sonbahar aslında
yağmuru bilerek evden çıkarız şemsiyesiz
ve saçlarımız dağılır rüzgarda bilerek
nasıl olacak bu işler dostlar
sonbahar bi garip
hayat bi garip
ben bi garip
geçer mi ömür böyle
hep kapısının önünde yattığım huzura talip...

Pazar, Eylül 18, 2011

yorgunum, hem de çok

yorgunum, hem de çok
dinleyenim çok, anlayanım yok
yorgunum, öyle, öyle çok
kaçışlarda yine gözlerim
arkamda bıraktığım izlerim
önümdekilerde hiçbişey gizlerim
yorgunum, gerçekten, çok
ama hayat bu diyosunuz ya hepiniz
değil işte
anlamadığınız bu
yorgunum, birden çok
gitmek lazım bazen
kaçamasan da kendinden
gitmek lazım bazen
uzaklaşmak
işe yarar, yaramaz
kime ne
yorgunum, olabileceğim kadar çok
ağrılarım var içlerimde
ciğerlerimde, yüreğimde
acıtarak acıdım kendim
bilmiyorum nerdeyim
bilmiyorum kaçabilir miyim
bilmiyorum denemeli miyim
yorgunum, hem de çok
sizinse beni anlama ihtimaliniz hiç yok...

yağmur yağsa

yağmur yağsa şimdi, tam şu anda
dinler gibi olsak tüm geçmişimizi
koklasak yağmuru, içimize işler gibi olsa
şehrin kokusu engellemese toprak kokusunu
"hiç yoktu bu yağmur kokusu Libya'da" desem
halbuki ne çok yağardı orda da yağmur

yağmur yağsa keşke şimdi, tam istediğim gibi
önce yavaştan, çiseleyerek sonra bardaktan boşanırcasına
sonra ığıl ığıl sabaha kadar
yağmur yağsa üstüme
ama üşümesem
gezsem çocukluğumdaki gibi
annemlere ben çıkıyorum desem
kızmazlardı hiç yağmurda çıkmama
bilirlerdi iyi geldiğini
herşey için izin isterdim ama
yağmurda gezmek için sadece söylerdim

yağmur yağsa yine, tam şimdi, şu anda
ıslansak ya hep beraber içi yananlar olarak
şemsiyemiz olsa
bi lambanın altında dursak
çekirdeğimiz, sigaramız , muhabbetimiz olsa
yağmur yağsa, umursamasak
var olsak...

Perşembe, Eylül 15, 2011

uyumadan, duyulmadan, rüzgarın fısıltısıyla

Bir rüzgara değer elim,
ağlar bedenim, dilim
rüzgar yalar geçer elimi
bir yanı soğuk kalır, bir yanı habersiz elimin, yüreğimin
gözlerimin bahanesi olur akıp giden rüzgar
"toz uçurdu rüzgar, ondandır gözümdeki yaşlarım" derim
ah bu ben, durmaz, rüzgarın geldiği yöne doğru giderim.

Çarşamba, Eylül 14, 2011

Kendime Engellerim / Kendimi Engellerim.

yorgunum,
"noluyo lan" lardan bir demet var beynimde
acılı başlangıçlarımdan biri daha elimde
dikeni var hepsinde olduğu gibi
memnuniyetsiz benliğimin saçmalıkları her söylenişimde.
"yeter oğlum"lu seslenişlerim var kendime
ne mutlu oldun, ne mutlu ediyorumlar
gürlüyorum, esiyorum, kendi kendime söyleniyorum
uzatıyorum da böyle hep söylemek istediklerimi
memnuniyetsizim lan ben aslında
önce yerim dar, yer açarlar yenim dar
bol yen bulunur, müzik az, sesi açarlar
utanırım, kolumdan tutarlar.....
bu böyle gider, ben hep bi bahane bulurum oynamamak için
dimi hiç değişmemişim
insan kendinden bıkar mı ya?
bilince eşşek olduğunu, ceremesini çekmekten hayıflanır mı?
yorgunum,
ve maalesef elimde olan ben sadece bu
ne atabilirim kendimi
ne medet umabilirim herbirinden
yardıma açığım, hatta muhtacım
ama taşın altına önce ben elimi koymalıyım...

saygılarımla...

Cumartesi, Eylül 10, 2011

ankara nasıl?

ankara biraz ürkek, sonbahara hazırlanıyo
ve biliyo sonbahardan sonra kışın nasıl geleceğini
bildiğini de hatırlatıyo
geceleri
özellikle motorun üstündeysen açık havada
sonra, ankara başladı sarı yapraklarını dökmeye
rüzgarlarla gözüne toz kaçırmaya
ama yapraklar pek güzel görünüyo
belkide ankaranın sonbaharının en güzel görüntüsü
belkide dünyada sonbaharın tek güzel görüntüsü
ankara birazda sıcak hala, öğlenleri
ankara biraz kalabalık bu ara
ankarada trafik aldı başını gitti
saati farketmiyo artık yolların
har saat aynı asfalta
ankara biraz kuşkucu herzaman olduğu gibi
hem ne getireceği belli, hem bi değişiklik olurmu umudu var
ankara biraz tekinsiz bu aralar
ankara biraz havada sanki
ankara biraz ankara işte
herzaman ki gibi...

Cuma, Eylül 09, 2011

ufaklık

yazıcam demekle yazılabilseydi keşke ritmi kalbinin
ve içlerine yeniden doldurulabilseydi gözyaşları akar akmaz

bitirim ufaklıkların ellerindeki taşları fırlatması gibi savurabilseydim sözcükleri
masumane kırsaydım mahallelinin camlarını
ödeseydim ama hiç düşünmeden bedellerini
ki ödedim hep, hiç düşünmeden bedellerini, şimdi ya da sonra
sanır mısınız ki hiç acımadı taşları fırlatan elleri
lan yetti ufaklık, acıtma artık bişeyleri
ne kendini ne bir başkasının elini
yeter artık deme ACI diye,
içini dökmek iyi de, ortalığı bukadar kirletmek niye
mecburmuyuz olum biz senin içindeki herşeyi görmeye, bilmeye
hem kaçkere dökerken içini saçtın etrafa güneş ışığı
kaç kere misk amber kokularından bahsettin
kaç kere yağmur yağdı önce, sonra güneş açtı
kaç kere bir ilkbahar zamanıydı
çiçeklerin kokusu hangi satırda buram buramdı
hangi fırından taze simit kokusunu duyduk senin içinden döktüklerinde
ne ağız tadıyla simitin yanında bi çay içirdin
ne akşam bi biranın üstüne şöyle temiz acı bi kokoreç yedirdin
bak ufaklık,
ne yazarsan yaz, eyvallah
dök saç dağıt
eyvallah
ama azıcık, birazcık, ufacık
sen de mutlu ol
olmaz mı be ufaklık, hmmm...



Pazartesi, Ağustos 29, 2011

Çarklar...

Küçük çarklar var heryerimde, bedenimde, ruhumda...
Ellerimde var parçalar, parmaklarımda, gözlerimde
Dilimde de var aslında, evet dilimde,
Susmazlar tıkırdar dururlar.
Ençok da elimdekilerle dilimdekiler tıkırdarlar
Onların tıkırtıları ise beynime işler
Sonra başlar düşünmeler
Tıkırtılar dürtükler durur içimi
Kulaklarıma değer dilimdeki tıkırtılar
Gözlerime girer parmaklarımdan çıkan tıkırtılar
Çarklar döndükçe ellerim acır
Dillerim acır
Kendimi acıtırım döndükçe onlar
Başkalarını acıttığımdan, acıtırım beni
Ben zaten hep acırım, başkalarını acıttığımdan
Başkalarını acıttığımda...
Sonra ben, kendim, ellerimi sokarım kalbime
Yardım eder yine parmaklarım, dillerim
Sokabilmem için yeterli derine
Çarklar döner
Eller, parmaklar, diller söker
Keser cezasını, çekip atarak kendi yüreğimi
Ölmem ama,
Devam eder bedenim kalpsiz soluk almaya...
Çarklar dönmeye devam eder,maaleseflerle,
Yüreğime sövdüğümün, kendimin parmaklarında ve dillerinde...
Çarklar döner, ben nekadar bilsem de
Durun desem de...

Cumartesi, Ağustos 20, 2011

bir an boyunca

anlıktır düşüncelerim kalemime gelen.
ve anlıktır her harf satıra değen.
anlıktır aslında tüm mutluluklar.
ve anlıktır tüm hüzünler de,
bulunduğu müddetçe anlamasını bilen...

Pazar, Şubat 27, 2011

Ankarayı anlat(a)mayan Ankara yazısı...

Şimdi hazır olun, çünkü gerçekten saçmalamak istiyorum. düzensiz düşüncelere boğuldum zaten, birazını çıkarmam lazım.

Ben Ankaralıyım, bilen bilir, baba tarafından Beypazarlıyım. Annem Yozgatlı, bi tarafım da Yozgatlı yani. Severim iki tarafımı da, ama ben Ankaralıyım. Hani diyolar ya Ankaranın Grisi, işte seviyorum ben onu yahu. Çoğu Ankaralı da sever zaten. Nedensizliğimiz vardır sevmelerimize bizim Ankaralılar olarak. Öyle bişeydir işte Grisini Sevdiğimin Ankarısını Sevmek. Bu aralar pek fazla Ankarada çekilmiş şeyler izledim. Malum hepiniz izliyosunuz bu aralar, Behzat Ç. amcayı, ki dizinin bi bölümünde sesim ve kolum ! oynadı bile, kısmet olsada başka bir bölümde daha uzun oynasam, canım arkadaşım Aylin gibi. Ne de güzel oynamış canım benim. Ankarayı duymak bile hoşumuza gider bizim, bizim sokalarımız, bizim caddelerimiz, bizim buluşma yerlerimiz, bizim duraklar, bizim bizim bizim, bukadar basit işte, bizimdir. Sonra hani yine herkesin izlediği Aşk Tesadüfleri Sever i izledim. Ne yalan söyleyim ben beğendim, bi filmin ortasında hiç ağlamamıştım sanırım, ki çoğu filmde ağlarım, bunun ortasında başladım ağlamaya. Yine diyorum gözünü sevdiğimin Ankarası, ne büyü yaptın ki bize böyleyiz. Buraya kadar herşey normal aslında, Ankarayı anlat(a)mıyorum gibi bişey. Şimdi asıl düzensiz sözler geliyo. Bu aralar izlediğim okadar çok şey bana fısıldıyo ki "giiiiit, çek giiiiit" diye. Aman yanlış anlaşılmasın, Ankaradan gitmek anlamında değil, Ankarayı bırak anlamında da değil. Anlamını sanırım Aşk Tesadüfleri Sever i izlerken çözdüm. Aslında biliyodum da, bir kez daha anladım. Yahu canlarım ciğerlerim, ne istiyosanız onu yapın, ne istiyorsak onu yapalım, kim olmak istiyorum, ben kimim, ne yapmak istiyorum sorusundan ne kadar kaçıyoruz? Ben kaçıyorum valla, hiçkimseyim ben şu anda, hiçkimse... Birşey diyim mi size, aranızda az biraz beni tanıyanlar var, ben neler ile uğraşıyorum yaaaaa !!! ben müzik yapmalıyım, beceremem belki, ama eminim mutlu bi beceriksizlik olur. Ama ama ama o yürek nerdeeeeee !?!

Uzattım ki ne uzattım, bu yazıda aslında ne dedim, Ankara güzel, ne iyorsan onu yap, tabi götün yiyorsa...

İyi geceler hepinize, hayatı gerçekten duyabilmek, görebilmek, katılabilmek vs vs vs dileğiyle...

Pazartesi, Şubat 07, 2011

Bir Şey...

Selam,

Şu anda yazacağım yazı sanırım 1.000.000 yıl öncesinden kaldı. Hikaye mi yoksa içhesaplaşma mı belli değil. Okadar küçük harflerle yazmışım ki okumakta bile güçlük çekiyorum. Kimbilir nezaman nasıl yazdım. Tarih atmamışım, sadece altına ozzy diye imza atmışım. Bakalım ne yazmış ozzy o zaman ?!?!

...........

Büyük işler yapan, yapabilen bir adam olmak isterdim. Hatta belki birgün bana dünyayı kurtarma şansının verilmesini. Ama geliba hiç olmayacak böyle birşey. Daha dünyayı kurtarmaya çok var. Hem sıra dünyayı kurtarmaya gelene kadar. Birşeyleri iyi yapmak isterdim, ama gerçekten iyi. Daha sorumlu olmak isterdim. Daha normal olmak isterdim. Tabii siz şimdi benim kendime anormal dememe de bişrşey dersiniz. Evet deyin, napayım, bana kendini beğenmiş, ukala, patavatsız, laubali deyin. Ben aslında yalnızca birşey olmak isteyen bir hiçbirşeyim. Herbirşey olmak istedim aslında ama o hiçbirşey demekmiş. Herşeyi yapabileceğimi zannediyorum ama anladım ki hiçbirşeyi yapamıyorum, çünkü hiçbirşey yapmak için bile çaba sarfetmiyorum.

Beni gecenin gündüze değdiği noktada bırakın..........
Birkaç saniye önce o noktanın kararsız olduğunu sandım. Ama aslında emin adımlarla gündüze yürüyen son derece kararlı bir nokta. Belki bulaşır, kimbilir. Severim güneşin doğuşunu, batışından çok. Ama geceyide severim. Hiçbir yıldızın baktınız andaki halini göremezsiniz biliyor musunuz? Amaaan ne farkeder, bana ya da size ne faydası var.

Ve yavaşça yerinden kalktı, üstündeki tozları silkeledi. Elini yüzünün önünde sallayarak tozları dağıttı. şöyle bir etrafına baktı, sonra ağır adımlarla şömineye yürüdü. neredeyse dizleri gıcırdıyordu. Okadar olmuş muydu? Şöminenin sol tarafından -kendisine göre sol tabiki- birkaç odun aldı. Aslında tam 5 parça aldı. Düzgünce onları şömineye yerleştirdi. Üzerlerine benzin döküp bir kibrit arandı, sağa, sola, hah evet aynı yerde, şöminenin sağ üst köşesindeydi. Ateşi yaktı ve daldı anında rengarenk aleve. Tik tak, tik tak tik tak...

Kendine geldiğinde çeyrek saat geçmişti. Artık dalmamalıydı. Yeniden toz tutmak iyi olmazdı. masasına doğru yürüdü. Masaya vardığında üfleme gafletinde bulundu. Lanet olsaıca toz heryerdeydi sanki. Ama yoo, şöminede toz yoktu. Sadece kendi üstü ve masası. Anlamaya başlıyordu ama geç olmasından korkuyordu. Çabuk olmalıydı ama, bu işler aceleye gelmezdi ki. En azından bir sonraki adımını planlayarak atmalıydı -her adımını-. İlk adım mini bara oldu, bir içki aldı -adeti olduğu üzere tekila-. Tuzlu, ama limon kalmamıştı. Bir ve bir tane daha. Sonra hızla odadan çıktı, holde biran durakladı. Adımdan önce plan yapmıştı ama mutfak ne taraftaydı ? Elbette tam karşısındaki mutfağa girdi. Bir bez aradı, sonrabirden gözüne buzdolabi ilişti. Biran dolaba baktı, sonra dolabın yanıdaki tezgahta duran bezleri gördü. Suçu hafiflemişcesine bezlere doğru gitti. Dolabı açıp birşey var mı diye de baktı, ki vardı. Planlanmamış bir adımdı, ama gerekliydi. Koca bir tabak peynirle kepek ekmeğini kaptı. Bezi muslukta ıslattı ve koşarak odaya döndü. Çalışma masasını silip peynir ve ekmeği üzerine bıraktı. Sonra tozlanan bezi ters çevirip sandalyesini sildi. Nedense sandalyeyi daha fazla sildi. İçinden öyle gelmişti, bir sebep bulmaya da çalışmadı. Bezi şöminenin üzerine götürdü ve bıraktı. Sonra şömineden ateş alıp masasındaki mumları yaktı. Gerçekten güzel bir masaydı. Okadar uzun zaman masasını boş boş seyretmiştiki, ve yeniden bunu yapmaya çok meyilliydi. Yemek, içki, ateş, temiz bir masa ve sandalye, daha ne! Silkelendi, ağzına bir peynir attı, biraz da ekmek. Sonra mini bara gitti ve bir kadeh kırmızı şarap aldı. Gerçekten de O çok güzel şarap yapıyordu, kendisi gibi. Şişeyi de alıp sandalyesine döndü. Şaraptan bir yudum, biraz daha peynir. Tik tak, tik tak, tik hooop yavaş ol! Bu sefer dalmadı. Birazcık beklemişti zamana tepkisiz. Sebebi şarabı damarlarında hissetmekti.

Üçüncü kadehe gelmişti. Tamam planlıydı ama burdan sonra adım atamıyordu. Sorun yeniden tozlanmak değildi ki, yeniden başa dönmüştü işte. Tozlanmamak için ne yapacaktı ?!? Birden çekmecesini karıştırmaya başladı. Günlerden neydi, takvimi nerdeydi, nekadar zaman geçmişti ??? Saatini buldu birden, saati hiç durmazdı ve durmamıştı. Bir tam gün geçmişti saatini çekmeceye bıraktığından beri. İyi, iyi dedi. İyi ama bukadar toz nasıl, nerden, niye ??? Sonra birden aynaya bakmak geldi aklına.Koşarak odadan çıktı. Banyonun yerini unutmamıştı -merdivenlerden çıkınca tam karşısındaki kapı-. Banyoya girdi, ya da biri girdi ama sanki o değildi. Oydu ama sonraydı aslında, yaşlıydı. Biri vardı karşısında, kendisine çok benzeyen biri. Ama sonraki zamanda olabileceği birilerden biri. Gördüğü yüzü yıkadı, kuruladı ve yavaşça çalışma odasına döndü.

Bir parça peynir, üçüncü kadehi bitir, dördüncüyü doldur ve sandalyeye otur.Tik tak, tik tak, tik tak, beşinci kadehin yarısında bir peynir daha ve ekmek, kepekli, tik tak, tik tak, tik tak, tik tak, tik tak. Şişenin son kadehi, yarım kadeh çıktı zaten. O bitmeden ayağa kalktı, şöminenin solundan 3 parça odun aldı ve ateşe attı. Tik tak, tik tak. Uzandı ve şöminenin üstünde asılı duran duvar saatini aldı, son sesleri dinledi, tik tak, saatide ateşe attı. Masaya döndü, şarabı bitirdi, peynir, ekmek, mumları söndürdü. Şöminenin başına döndü, üzerine bıraktığı bezi aldı. Tik tak, tik tak, tik tak... Kendine geldiğinde şöminenin önündeydi, ateş dönmek üzereydi. Kafasını kaldırdı saate baktı, çeyrek saat geçmişti. Elinde bir bez vardı, nerden eline gelmişti ? Şöminenin üstünü sildi, bezi şömineye attı ve usulca odadan çıkıp tam karşıdaki yatak odasına girip yattı. Yarınki gala zor ama güzel olacaktı...

Salı, Şubat 01, 2011

Tüm Arkadaşlarıma

Öncelikle şunu söylemek istiyorum, hepinizi çok özledim.

Ben nefret etmeyi becerebilen bi insan değilim.

Hayat akşımda birçoğunuza kötülük yaptım, beni kötü olarak nitelendirdiniz ve konuşmadınız, görüşmediniz, nefret ettiniz ya da benzeri hisler içinde oldunuz. Aynı akış içinde birçoğunuza iyilik yaptım, beni iyi olarak bildiniz ve sevdiniz, saydınız, sordunuz, fikir istediniz yada benzer hisler içinde oldunuz. Birçoğunuza kötülük olarak nitelendirdiğim şeyler yaptım, ama sizler için iyi sonuçlanan şeylere sebep oldu, yine birçoğunuza iyilik olarak nitelendirdiğim şeyler yaptım ve belki de bir insanın yapabileceği en büyük kötülüğü yapmış oldum kiminize.

Tüm bu söylediğim insanlar benim arkadaşlarım - oldular, gittiler, kaldılar, kalacaklar, gidecekler... Ben sizin için ne olursam olayım, her nasıl kesişmişse yollarımız hayatın herhangi bir anında, hepinizi çok özledim. Neyi özlediğimi anlatamam size, çünkü herşeyi özledim, sayfalar, kelimeler yetmez, nefes ve sözcükler yetmez, özledim işte okadar.

Bazen ben anlatamadım, bazen siz dinlemediniz, bazen ben anlatmadım, bazen siz sormadınız, işte bu yüzden, bazen vardık bazen yoktuk.

Lütfen ama lütfen beni affedin,

Olduğum ve olamadığım herşey için...