Pazar, Ekim 30, 2011

sonbahar, acı, ankara

ve yuvarlarım taşlarımı aşağıya
tozu toprağa katar küçükcük çakıllarım
yetmez kimseye akıllarım
yalandan acımadı ki derim
kanarken herbiyerim
koşarken düştüm
kapıya vurdum
merdivenden yuvarlandım derim
sakinliğim acımdan
üflemeyle öpmekle geçmeyeninden
anne eli değsede iyileşmeyen
alışkanlıktan olsa gerek
kolonyalamak, yakmak, dağlamak
ee hepsinin üstüne
oturup birgüzel ağlamak
sonra kafanı gökyüzüne kaldırırsın
ağlarken hani
umutla bakarsın
sonbahar sana rüzgar verir
soğuğuyla beraber gelir
üşütür
hele ankara da
şairin dediği gibi
gridir gerçekten ankara
ama boynunda atkı
kafanda bere
gözünde üç damla yaşla
güzeldir ankaranın sokalarında gezmek
havasını içine çekmek
fazla yürürken
fazla düşünmek
sessiz sözsüz bir filmin
kamerası gibi görmek
dışında hissetmek hayatın
görünmez olmak
kaybolmak
yorulmak
oturmak
düşünmek
yine yorulmak
yine düşünmek
yine üşümek
sonra yine sonbahar
yine ankara
yine ağlamak
yine bağırmak
ama sesinin çıkmaması
tüm ankarayı yıkmaması
söylemeye çalıştığım
söylediğim yanlışların
ağzımda bıraktığı acı tadı
bari yağmurların yıkaması.

korkuluğun cenazesi

( Ben yazarken birşeyler dinlerim, bazen bir şarkı birkaç yazıya destek olur, bazen her şarkının bir yazısı vardır. Aşağıdaki parçayı bu yazıyı yazarken dinledim, siz de okurken dinleyin)
Link : Murat Sakaryalı - Hüzün

derin bir nefes
içine doğru
ta en derine
en derininden
ve ellerini yüreğine bastır
parmaklarının izi çıksın
ama ne mümkün sökmek
yavaştan
çok yavaştan acıyacaksın
ama hiç durmadan
kanayacaksın
tırnakların yüzünü
gözünü çizecek
yumrukarın kafatasını ezecek
sustuğun kadar ağlayacaksın
ağladığın kadar yaşayacak
ağladığın kadar öleceksin
düğümleneceksin
söveceksin dillerine
sarılacaksın dikenlerine
karışacaksın
yalnız kalabalıkların içine
için çekilirken
yüreğin ezilirken
nefes bile alamazken
güleceksin
tüm diğerlerine
bak tutamadım şimdi
şu an yine kendimi
kapandı gözlerim
dökerken içindekileri
ben öldüm de
haberim mi yok anne?

Çarşamba, Ekim 26, 2011

içimdeki öcülerim

yazmıyormuyum ben artık
durdum mu?
çıkmıyor mu sesim?
yüksek değil mi önceki kadar?
fısıldıyor muyum azar azar?
hem bağırsam ne yazar?
ama susmuyorum
kalemsizliğim bilinçli
ruhumun bilinçsizliğinden
derinliğimde değişen hiçbişey
hücrelerimde aynı şey
zaman yer ve herşey
keskin bıçak
sivri iğne
kağıt yarası
toprak karası
kanın ıslak hissi
yalan herşeyin ötesi ve berisi
suçlarım gerçek
yanlışlarım baki
biri alsın üstümdeki bu gerzek adamı
bilmekle susmak
anlamakla konuşmak arasındaki bağı
kesiversinler
biri demiş ki
"duymaktır asıl marifet
konuşarak bir yere varamazsın"
düşük çenenle
hiçbir yere varamazsın
sus artık, herkese
at sözcüklerini artık terkene
yum gözlerini
aç kulaklarını
ve bekle

Salı, Ekim 25, 2011

parmaktan tabanca

elimden birşey gelir mi
yani dökülür mü tam bilemedim
dökülür mü çiçeklerim böceklerim
kelimelerim
azlarım çoklarım
korkularım kaçmalarım
saçmalamalarım
kafamdan yolduğum saçlarım
üstümü örtün
üşüdüm
çünkü gökgürültüsünü gördüm
ellerim dondu işte
kıpırdamıyorlar
yazamıyorlar
çizemiyolar
tek yaptıkları ıslanmak
uslanmak
susmak
ellerime bak
yüzümdeler şimdi
tek yaptıkları
utancımı kapamak

Pazar, Ekim 23, 2011

hoşgeldiniz(!) yeniden

günaydın
sabahın körüne
kapalı göze
nefese.
günaydın
gece gelen yağmura
hıçkırığa.
günaydın işte
yeniden
benliğini unuturcasına
kendinden geçercesine
nefesini tutmaya.
günaydın
korkudan kapıya arkanı dönüp yatmaya
ağlayıp aylayıp saklanmaya
hiçbiryere kaçmaya.
günaydın
en soğuk sabaha
anlamsız otobüs gürültüsüne
çayla kahve arasındaki seçime
bakılırken gülmeye.
günaydın
acını kimse yokken
masanın üstüne gömmeye.
günaydın
durup durup kafanı parçalama isteğine,
günaydın
dökülmeye gebe sözlere,
günaydın
kıpkırmızı gözlere,
ve günaydın
üstüne alınmak isteyen herkese...

Perşembe, Ekim 20, 2011

vallahi istemedim

küçük bir damlayla başlar herşey
dere, yağmur, toprak, deniz
küçük bir herşey damlası
içimin dağlarının garip havası
denizlerimin dalgası
sözlerim uçuşur havada
ne dediğimi bilmem
ama yemin olsun size
vallahi de billahi de
istemeden öyle çok kırmışım ki
hem niye isteyeyim birini kırmayı
dediğimle yaptığım bir de
deyişim çok fenaymış be üstad
öyle derlerdi bana hep
"tavrın yanlış oğlum senin"
lan var ya
ben üzmek istemedim
yeminle
keşke tüm geçmişimi temizleyebilsem
azdır keşkelerim ama
milyon kere keşke desem buna
azdır
silebilsem keşke
an be an hissettirdiğim kötüyü
silebilsem keşke
kötüyü hissedenin keşkelerini
silebilsem keşke
acıyı, benden olan derdi
verebilsem keşke
sana kendini...

Çarşamba, Ekim 19, 2011

ben sana ne yaptım sonbahar?

öyle bir ağlarım ki
yer gök delinir
rüzgarlar delirir
konuşur sokağın tüm hayvanları
kulak kesilir etraftakiler
komşular pencerelere çıkar
öyle büyük olur ki feryadım
mahalle çalkalanır
sonra otobüsler taşımaya başlar seslerimi
yayılır tüm ankara'ma
işte öyle bir ağlarım
nedenli nedensiz
bir de öyle bir susarım ki
kimse dönüp bakmaz gibi gelir de
duyanlar önceki figanımı
"noldu ki bu çocuğa da susuverdi" der
bakar gök, bakar yer
kayar altımdan üstümden günler
bir de öyle bir koşarım ki
kaçmaya çalışırken herşeyden
bir de bakmışım ki
beni de almışım yanıma
bırakamamışım kendimi
unutmuşum da neyi
kendimi unutmayı unutmuşum
işte aklım böyle bir deli
anlayan varsa beni
durmasın gelsin beri
artık kendimin ne zamanı
ne de yeri.

Salı, Ekim 18, 2011

karıncalı at

bir çiselemedir aklımdaki
öyle tatlı ıslatır ki yapraklarımı, dallarımı
ağıt gibi yağar üstüme
amma öyle tatlı yağar ki
ağıt mı öğüt mi bilemem
dururum da başımda, gidemem
diriltebilecekmişim gibi ölüyü
beklerim mumun ışığında
eh be hayat
zaten beklemek değil mi yaptırdığının çoğu
durup durup devam ettirmek
öyledir işte hayat
konuşturur adamı bi tuhaf
gönülle akıl arası
koca bir araf
tutunup atlı karıncaya
varmaya çalıştığımız yerler var bizim
bir umutla başdönmesiyle savaştığımız
dönerken gördüğümüz güneşi
vardım sandığımız
aslında olduğumuz yerde kaldığımız
ak'ımız, kara'mız
içimiz dışımız
yeşil'imiz, al'ımız
kanımız
susayım artık
çiselemem bitmeden
toprağımın kokusu dinmeden
yağmurlar daha uzağa gitmeden.

Pazartesi, Ekim 17, 2011

yazamadığımda

ya bukadar mı sevmiyosunuz beni?
bukadar mı birçok şey?
bukadar mı adam değilim?
bukadar mı vurdumduymazım?
bukadar mı sorumsuzum?
böyle gider bu liste
vardır gerçi hayr her işte
ben bukadar "çok" muyum?
uyuz muyum gerçekten?
gıcık olunacak biri miyim ya?
ne çok soru
hiç düşündünüz mü bir kere bile olsa
ne derdi var acaba ki böyle? diye
belki doğuştan gerizekalıyım
belki sonradan oldum
belki düşündüm düşündüm doldum
belki de ben olmaktan yoruldum
sormayın cancazlarım
öyle bir klişeyim ki
kimim nerdeyim
belirsizim
bir adım atsam hayata
dedikleri gibi akıcak belki
susuyorum şimdi
konuşsam zaten adım fevri
sakin ol diyolar
heryerdekiler
evdekiler
iştekiler
ben hep bu oldum
sevene de sevmeyene de.

Pazar, Ekim 16, 2011

gecem+gündüzüm=bütünlüğüm

ben inandırmışım bir kere kendimi
beceriksizliğime
ve yerle bir olmuşum
değişik iklimlerimde
yüzümü kaldırmaya çalışmışım
anca görebilmişim
aydınlık mı karanlık mı
geceye tutunamamışım
gün sırtını dönmüş
becerememişim
hiçbirşeyi
bana ait değil hiçbirşeyim
ben ettim
benden gidenin adı
herşeyim...

Cumartesi, Ekim 15, 2011

ağıtlarım, gözyaşlarım ve ıslak kağıtlarım

konuşamıyorum
duyamıyorum da
tek yapabildiğim yazmak
kelimelerimle iğneyle kazar gibi kazmak
yazmak, durmadan yazmak
göze değer, dile düşer, içe girer diye ummak
yazarken dinlerim ben
bazı notaları
kulağıma hoş gelen
yüreğime, telime değen
öyleyim işte
bazı şeyleri
bazıları olmadan beceremeyen
notalar var şimdi kulağımda
elleriyle tellere vuran bir üstaddan
ağlayan notalarla ağlama diyor
mümkünmü nağmeler dökülürken damlalar halinde
benim çağlamamam.
üstad çalar
ben ağlarım
içim dökülür satıra
tüm dünya sanki güler bana katıla katıla
neye yazgılıyım Ya Rab
ah şu yağmur birdaha konuşsa
anlatsa.
anladım hep herşeyi de
yapamadım be
beceremedim
konuştum, yaktım
sustum, yaktım
dokundum, yaktım
sakındım, yaktım
üzdüm, yaktım
üzüldüm, yaktım
kendim, ruhum, özüm
gözyaşı oldu, aktım
rüyadan uyandım
hayattan kalktım
tuz basmak nedirki yaraya
ben benliğime bıçak attım
içimde bi şey
nefes alacak yerim az sanki
kaybolup gidesim var
kaçasım var da, kendimden mümkün değil.
duruyorum, nereye gitsem?
olduğum yerde
ben sonunda gerçek beni bildim de
ve sonunda inandırabildim kendimi,
eskiden ben dediğim şeyi olmamayı becerebildiğimde
mutlu olabileceğime.

Cuma, Ekim 14, 2011

susabilmeliydim

ben hep aynı şeyi yapmışım
oturmuşum kalkmışım
tek ayak üstünde yatmışım.
dostuma da
anama da
sevdiğime de
aynı haltı satmışım.
ne konuşmayı bilmişim
ne susmayı
ne zamanını bilmişim
ne yerini
yerli yersiz dökülmüşüm
sonra da beklemişim ki
desinler "ama haklı".
yok ya
değilim haklı falan
şimdi bakalım geriye
nerem haklı
haklı olsam ben burda mı olurdum acep
hangi yakın uzak
hangi uzak yakında kalırdı
neyse işte
ben bu gidişle
daha çok ağlarım,
hayat geçişte.
beni ben yapan şey dediğim
sonra birden bildiğim
zamansız ve yersizlikmiş asıl ben
ama ne boktan bi ben
ne yurt kaldı ne yen
sözün özü
özün dibi
anlamak gibi
ben adam sandım kendimi
konuştuğum zamanlarda,
meğerse susmakmış asıl marifet,
incitmeden bekleyebilmek,
tüm zamansız ve yersiz sürçi lisanlarım
umarım ki affola...


Perşembe, Ekim 13, 2011

titrek mum ışığı

ucundan kırpıklıyorum hayatı
öğrenemedim
öğrenebilir miyim bilmiyorum.
kendim olmak dediğimin
hiçbişey olmadığını anladım sanki
ya da bir bok anlamadım da
sanrılarla yaşamaya devam ediyorum.
köşeleri var hayatın
sokaklar gibi
illaki döneceksin bazı yönlere
ama ben çocukluğumdan beri özürlüyüm
ne duvar ne kapı köşelerini görürüm
hep çarptım
halada çarparım köşelere
kafamı gözümü
bazı köşeler vardır
favori köşelerim
çok severim
hep gider çarparım
içim de öyle işte
içim derken ses işte
içten gelen
o öyle bir köşe ki
illa dinlicem onu
illa ki gidip ne derse onu yapıcam
kimi zaman boynu bükük kalıcam
kimi zamansa tanımışlıklarımdan dolayı şanslı sayıcam
ya biliyomusun
anlatamadım aklımdakini bu sefer
bu gün'düz
bu gece
her gece
birden çok hece
kimi zaman altı, kimi zaman üç hece
içim varya hala yüz derece
kaynatmakta
aratmakta
baktırtmakta
sözlerim kayıplarda şimdi
mum yaktım ama
gözlerim sanki karanlıkta...


Çarşamba, Ekim 12, 2011

yağmur çobanı

ben şimdi yeniden yazayım
okuyuvermeniz için
ki benim döktüğüm içim
sizin anladığınız biçim biçim
bu aralar dökülen dökülene zaten
yapraklar misal
yağmur bile yağmadı döküldü
gök yerinden söküldü
ama öyle güzel değerki tene
sonbaharın yağmuru
iklimine dokunur hücrelerinin
darmaduman eder içini
içinin yaprakları süpürülme ihtiyacı duyar
toz dumandır heryer
yağmuru dökersin işte üstüne tozumasın diye
karmakarışık dimi
insan işte
başka ne umabiliriz ki
karmakarışıklığa mahkummuşuz gibi
dibine dibine iterek herşeyi
kendimize bile söyleyemeden gerçeği
korkarak yaşamayı tercih etmeyi
iyi beceririz
neyse, ne diyordum
yağmur yağdı yine bugün
artık yağar hep, sanırım
umarım
ben hep sonbahardım
severim ondan
telime basar benim yağmur
telime basıldım mı da, dökerim notalarımı
çalarım, söylerim
en acıklı şarkılarımı
bi yolunu buldum yaşamanın acıyla
kurtulmak lazım ama
gereken biraz çaba
bense hiçbişeye bulaşmadan
sırtımda bir aba
acemice duygularıma çobanlık etmeye çalışmakta.


Salı, Ekim 11, 2011

hayatın -lan hali

lan hayat
ne diyim ben sana
nasıl anlatayım ben sana
onbeş ay bir hafta oldu elimden sigaramı aldın
ya tamam ben bıraktım bi kenara
habire kilo alıyorum
elimden yeme zevkimi almaya çalışıyosun
ulan diyet yapmak sigara bırakmaktan daha zor
sağlıklı yaşamak ha
mutlu yaşamak nolcak acaba
şu anda açım, sigarasızım
ve daha elimden aldığın birçok şeysizim
kimsesizim, yalnızım
anlamadığım bi yerdeyim
iş denilen bişeyi yapıyorum
ben ne yapayım şimdi
ruhum dar, yarım
aslında en temizi nasıl olurdu biliyomusun
simidimi alırdım, çayımı alırdım
sonrasında sigaramı yakardım
sonrasında mutsuzluğumla
nerdeyimlerle
kimimlerle boğuşmaya devam ederdim
ulan içmiyim tamam
yemiyimde
eeee sonra
sonrası ne
bok, oldumu bak söyledim
bok
bi bok yok işte.
boğazımdaki ceviz büyüklüğündeki şeyi
ellerimle sökebilsem sökerim
ama mümkün değil
hiç yolu yokki onu ordan almanın elle
ne güzel saçmaladım dimi
neyi suçladım şimdi, kimi
kendi üstüme geldim
korkuttum sanki kendimi
sövdüm anama, bana
acıyorum ya kendime hep
ben kendime inanmıyorum ya
ben inansam
inanılır mıydım ki?

Pazartesi, Ekim 10, 2011

ankara'm

ve ankara merhaba dedi baharın en sonuna
tam anlamıyla merhaba.
hiç eksik etmediği gibi
yine ıslattı beni iki tekerin üzerinde
iliklerime kadar hissettim yalnızlığını ankaranın
soğuk soğuk öptü yanaklarımı, dudaklarımı
içimi ürpertti, bir hoş oldum bir an
ve üşüdüm bir an korkarak
yanaklarıma dokundu ankaramın yağmuru
minicik elleriyle sildi yanaklarımı
ki ben de ağlamıştım zaten
ılık tuzlu gözyaşlarımı ayırdı yağmurdan
sonra bi rüzgar estirdi
öptü beni rüzgar inanmazsınız
kapatmadım kaskımın camını
bıraktım ki bilsin beni ankaram, yağmurum, rüzgarım
zaten hiç tutmamıştım elini kolunu
ne isterse o ankaranın
dün gece oldu bu karşılaşma
giremedim eve o yağmurda
dayanamadı yüreciğim
bırakmaya tekbaşına yağmuru, ankarayı
ıslandım yağmurun kokusuyla
ıslandım ankaranın dokusuyla
ıslandım en sağanağıyla gözyaşlarımın
ıslandım en korkunç rüyadan ter içinde uyanırcasına
hadi artık ama
uyanayım,yetti

Pazar, Ekim 09, 2011

umuyorum

bukadar kötü değilim ben
bu kadar umursamaz
bu kadar sorumsuz, umarsız
değilim bu, böyle
zaten bilmezken neyim, kimim
birimiyim, değilmiyim
gecenin bi körü şimdi
yükselen sesler var içerde
bense herzamankinden yorgun
duyamıyorum artık çünkü
kırkta bir bile
acaba benim sesim çıkıyormudur
ulaşıyormudur biraz öteme
ya da çok uzaklara
duyulmam lazım
kocaman söylesem de azım
elimdeki tek şey yazım
bir kulaktan girer
yolumu bulmak isterim
çıkmamacasına
diline dolanan bikaç notacasına
mırıldanılmak
gün boyunca söylenmek, ömür boyunca
ellerim donuk, sesim boğuk
tenim soluk,
üşüyorum,
içim geçiyor, beynimde kanama var
uyutmamam lazım
unutmamam lazım
her saniyeyi hatırlamak için
sabahlıyorum kendimle
kırpmadan gözümü
unutmadan sözümü
içimizde ki o iyilik özünü
unutmam, unutmak da ne ki
çevir rüzgar
döndür başımı, döndüğüm yetmezmiş gibi
ama ben kıpırdamayacağım
yerimdeyim
hiç oynamadım
oynamayacağım
biri binlerine katarak dakikaların
saatlerin
günlerin
yerimdeyim
hiç oynamadım
burdayım
biliyorum ki
yağacaksın
ve ben ıslanacağım yeniden şükürle

Perşembe, Ekim 06, 2011

dört vakitlik merdiven

susuyorum
sessizim
seslenemiyorum
sesim çıkmıyor,
susuyorum
mecburum
dilim dolu
içim dolu
gözlerim dolu
karanlık dolu
ışık var mı, yok mu?
nerdeyim ben?
nerde ışık?
nerede içimde ki kendini bilmez yılışık?
durun bi durun
gelmeyin üstüme
tek tek ya da
bekleyerek
biraz durun
zaten yüküm ağır
kulaklarım başka herşeye sağır
gözüm görmez
bi koklarım yağmuru
o da yağmurdan işte
yıkar da temizlerse diye
bir umut içimde
öyle güzeller güzeli biçimde
sonrayı beklerken
zaman kontrolsüz
içim öyle yüzsüz
susmamakta inatçı
bense kafama vurmaktayım
her başımı kaldırdığımda konuşmak için
yanıyor içim
bir kelime
bir cümle için...

pembe gömleğim

beğenmediler pembe gömleğimi
halbuki ne kadar şaşırtmıştı
yetmezmiş gibi bir de yakıştırmadılar
ee pembe gömlek ama napalım
hayaller için toz pembe uygun da
gömlekler için değil mi?
ne yani, hayalimi kuramaz mıyım ben pembe?
ve rengine bakmadan düşleyemez miyim herhangi birşeyi?
ben umutlanamaz mıyım bir ihtimal için?
ben umamaz mıyım olabilirliğini herbişeyin?
ben bişeyim
hiçbişeyim
herşeyim
geri geldim
toz pembe, beklemekteyim.

ve yine ağlasam

bir saniye kaynar bir saniye buz gibi bir su
akar başımdan aşağıya
ve öcünü alır aslında hiç kaçmadığım yağmurun
kalıp kalıp sabunlarımla kaynar zeytinyağlarım var
ellerim içlerinde
köpüklerle alevler birbirine girmiş
yakmaz ellerimi yağ
korkmayın
yüreğim yanar ama
ne zeytinden ne yağdan ne sabundan
ne yağmurdan ne güneşten ne aydan
yüreğim yanar
yanar işte öyle, dinleyemeden, anlayamadan
baloncuklar yaparım sabunun köpüğünden
uçurasım gelir tırsak balonları
düşüncesizliğimin ince tellerine takılırlar
ne balon kalır ne tel
bu oyunda sadece düşüncesizlik baki
ağzımı açarım üflemek için yeni bir köpüğe
nefesim durur, dilim tutulur takılmışcasına törpüye
başımı kaldırırım bakar gibi göğe
görmeyen gözlerimle susarım söve söve.
alınmayan nefese, konuşamayan dile
görmeyen göze, durmadan söven dile
bu kadar ağlamak niye.
işte tüm bunları diye diye
acıyı lokmalara bölüp her öğün yiye yiye
unuttuk biz umutları, huzurları, sevgileri
bıraktık bir sonraki, daha sonraki, en sonraki seneye
şimdi bi bulut gelse tepeme
gri, antrasit, severim
yağsa iliklerime kadar
yıkasa ne varsa kokulardan
sadece toprak kokusuyla
ten tene değinceki koku kalsa
yağsa yüreğime kadar yağmur
yıkasa ne varsa orda burda
sadece kalsa ıslaklık bedenimde
bir kalp atışı bin olsa
Bidene kalsa
hiç yerine hep olsa
yağmur yağsa
ben uyansam
nefes alsam
ve yine ağlasam
susmayı hiç beceremedim ki zaten...

Salı, Ekim 04, 2011

kendi kaosumla atışmalar

yok ulan yok
yok işte anlayın
bende hayr yok
ve hiçbişey yok
ve herşey
herşey yok
umutlu bir sonbahar yaprağı bile yok
sarı, sokak ortasında
rüzgara takılmış
"sonbaharda yaprağın umudu mu olur?" demeyin
olur, neden olmasın
o da toprağa karışıp yeni bir can olmayacak mı
bilmiyo mu o sanki hayat düzenini
koptu diye dalından öldü mü yani
her dalından kopanı ölür mü zannedersiniz
ölmez be, ölmez
ben misal öyle çok koptum düştüm
kıştım, üşüdüm
yara berelendim
ölmedim dedim, ama gömüldüm
sonra, yaraladım,
acıttım, düşürdüm
üşüttüm, kışa çevirdim
yok ettim, çok ettim, bok ettim...
ettim ulan ettim
ben ettim, ben buldum
ben de sonuçta bir kuldum
kimseye kızmam benden ötürü
niye kızayım kimseye zaten
ben ne mal olduğumu bildikten sonra
haketmişliğin dayanılmaz ağırlığı var hücrelerimde
kendime soktuğum bıçağın üçüncü hareketine dayanamaz haldeyim
bir kez bile okumadan döktüğüm kelimelerim
kendi boynuma dolanmış ellerim
sanki doğrudur birtek dillerim
hiç ama hiç olmadı benim, zaferlerim...

Cumartesi, Ekim 01, 2011

zordur, kim kolay dedi ki zaten...

bi görüntü vardır bazen
aklımızdan çıkmaz
bi görüntü var aklımda şimdi
çok uzun olur sanırım, çıkmaz
parmakları yüzünde
tırakları derisinde
koparıp atmak ister yüzünü, yüreciğini
alnına basar tırnakları
acıtır etini, tenini, yüreciğini
zordur yaşamakta yaşatmakta bu görüntüyü
zordur gören taraf olmak
ama eminim daha da zordur görülmek
sana seni yerdiren şey
sana seni yolduran şey
gözlerimin önünde, ağlamaklı bir yüz
yalvaran eller
susamayan diller
ve o parmaklar, yüzüne giden
koparmak istercesine başını yerinden
hiç ama hiç haketmeden
zordur acıyı görmek
zordur acıttığını bilmek
yanlış anlaşuılmakta zordur
ama bazen bazı şeyler diğerlerini ezer
seni senden alan şey
kimisine vız gelir geçer
sana vız gelense
ölüm gibidir birisine
ve anlayamamak kalır gerisine
sen bilirsin , birisi bilir
o bilir, siz bilirsiniz
bi gelir bi gidersiniz
konuştukça ağlar, ağladıkça susarsınız
zordur hayat
zordur bildiğin herşey
zordur acıtmak
zordur acı'mak
zordur görüntüler,
deriye gömülen tırnaklı üzüntüler
kırık olmayan paramparça gönüller
zor ulan işte hayat, zaten kim kolay dediki
ulanını sevdiğimin küfürleri
sustuğumun sokakları
anasını avradığını sevdiğimin şehirleri
yüzüne değen sıcak elleri...