Çarşamba, Eylül 28, 2011

bu gece

pek bişey söyleyebileceğimi sanmıyorum bu gece
bu gece son günlerin en kötü gecesi
sorma nedir nedeni, öncesi
canım yanıyo çok
ve evet, sanki hiç çare yok
hayat bu, değmek zorunda elimize, gözümüze, yüreğimize
ve acıtacak illaki bi tarafıyla
madalyonun yüzleri gibi, farklı hislerle değecek ruhumuza
inan gerçekten söylüyorum bunu
içim yanıyor, canım acıyor çok.
bu gün, bu akşam, bu gece
uzun zamandır hissetmediğim okadar çok duyguyu bi arada yaşadım ki.
bu gece ben kimim , kayıp.
anlatamadım dimi tam,
bak şöyle anlatayım
biliyorum herkesin derdi kendine büyük amma
bu gece sanki yüreğimi söküp aldılarda
yerinede tozbezi doldurdular
her yer kan.
işte öyle yoksunum bu gece
böyle gecelere umut yükler kimileri
yok, olmaz, mümkün değil
somut hiçbişeye meyilli olmasa da bu gece
hiçbir şeye sebep olmayacak olsada
umut falan yok
bir tek gerçek var bu gece,
bu gece canım çok acıyo.

Pazartesi, Eylül 26, 2011

kıvranış

sancılarımı sereserpe yerlebir etsem
uzatsam ortaya
alıp süpürse birileri
içimi sıkmayı bıraksalar
korkmasam, hiçbişeyden hayatta
ben, ben olmayı becerebilsem
herkes kendi gibi olabilse
hepimiz birbirimiz gibi olamadığımızı bilebilsek
bi anda oturup
bi anda kalkıp gidebilsek
kafaya taktığımız o minicik dalın ucundaki yaprak var ya hani
hani oraya hiç uymayan ama orada duran, durmak zorunda olan, duracak olan
hah işte o yaprağa hiç takılmasak
çünkü bizim değil
ağacın yaprağı o işte, ağacın
her dalın yaprağı kendine
biliyosunuz bunu dimi
her ağacın dalı kendine

bi de kırık dallar var
kurtaramayacağımız bişey
her dalın yaprağı, her ağacın dalı kendine olabilir ama
ne gerek var rüzgar olup koparmaya kırmaya
sonra sana gölge verecek dalı kalırmı ağacın
sonra demez mi sana
"dallarımı kırdın sen benim" diye
insanız diye diye insan olmayı unuttuk
kendi hayatlarımıza saygı duymuyoruz ki
başkalarının, ağaçların, çiçeklerin, böceklerin
emeklerin, sözlerin, gözlerin hayatlarına saygı duyalım
bir an durup az biraz uyalım
biraz sana, biraz ona, biraz bana uyalım
biraz da birbirimizin ne dediğini duyalım.,
önyargısızca

göze kaçan tozlar

hükümsüzlüğünü ilan ettim uykunun
amaç uyumamak değil, bağcıyı dövmek aslında
boşvermişlik diledim lambanın cininden
ellerini açtı ve bilmediğim bi dilde konuştu
gözlerimi kırptım, ağladım sanki
toz kaçmış meğerse, ağladım sandığım zamanların çoğunda gözlerime
ben içim yanıyor derken, buharlaşan denizmiş aslında nemlendiren
koyuversem eskilerden bir kaset,
nemli havada denizin kıyısında dursam
toz kaçsa gözlerime
ağladım sansam
konuşsam yine denizle, dalgalarla
ergen gençliğimde yaptığım gibi
bunalım takılabilsem ozaman ki gibi gerçekten
cehalet lütufur desturunun gerçekliğini ispatlasam yine ve yeniden
farkındalığın herzaman yararlı olmadığına inandırabilsem birkaçınızdan çoğunuzu
ayaklarımın altından akıp giden yolların aslında yaşanmışlıklar olduğunu bilsek hepimiz
farketmez kimin ayağı kimin hayatı olduğu
akıp gittiğini farketmek lazım oysa geç kalmadan
düz durmak değildir asıl olan
nasıl dengedeysen öyle durmaktır
en az nasıl toz kaçıyorsa gözlerine öyle durmaktır
toz kaçmadığında da harbiden ağlayabilmektir
hayat sen nasıl istersen öyle olur,
sen neysen hayatın da odur...

Pazar, Eylül 25, 2011

becerememek

Sırtında taşımak kaç gündür boş bir sandığı
ve karanlıkmış meğerse aydınlık sandığı
görmeden geçmek akan yolları
kaçırırken ruhundaki iğne deliğinden bedeninin özünü
ve bakmamak, görmezden gelmek, kaçırmak gözünü
tüm olanlardan habersiz hissetmek
ama dibine kadar bilmek
yaşamak
hissetmek
ağlamak iki dakikada bir
hatta ağlamak bir dakikada iki
damla değil bir , iki
içinin nehirlerini dökercesine
yırtarcasına boğazını
kafanı duvarlara vururcasına ağlamak
ama bomboş hissetmek
boş bir sandık gibi
yine durup durup satırına "acı" yazmak
ne çok acı yazıyorum Ya Rabbim demek
üzülmek, bunca emek
biryerlerde durmak, biryerlere gitmek
gelmek, içmek, yemek
hayat işte demek
aslında gerçekten hayatı becerememek
şimdi kafamı kaldırıp şöyle bi baktım da yukarıya
bunun bir tek açıklaması var
o da
yaşamayı becerememek.

Cuma, Eylül 23, 2011

bende hiçbişey yanlış değil

hiçbişey yanlış değil bende
biliyomusunuz, hiçbişey
normalim ben de hepiniz gibi
hepiniz gibi üzülürüm ben de
hepiniz gibi ağlarım
herkes kadar üşenirim,
yok lan yalan söylüyorum
hiçte hepiniz gibi değilim
bok gibiyim işte, biliyomusunuz
nasıldır böyle hissetmek
hiçbişeyden memnun olmamak
herşeyden bunalmak
herşeye muhalefet olmak
"haaa O mu? o memnuniyetsizdir ya bırak" dedirtmek
böyle işte lan, böyle
"ee ne duruyosun, madem biliyosun dikkat etsene" diyonuz dimi
demeyin ya
demeyin
dangalak değilim ben, dikkat etsemde beceremiyom işte
olmuyo ulan olmuyo
bu lanlara ve ulanlara kızdım bak şimdi
ne gerek vardı sövmelere ya
üzdüm mü sizi??? üzmeyeyim ya
yeter üzmek üzülmek
hiçbişeyin bende yanlış olduğuna inanmıyorum
yanlış bende herşey sanırım
ne varsa üstüme alırım
böyle dönen dünyaya gözlerim kapalı bakar kalırım
ağlarım, evet, gözlerim kırmızı olur
nerdeyim demem
kim var demem ağlarım
yakışmaz dimi, güçsülüktür dimi
iki damla gözyaşının verdiği rahatlığı hiç bilmeyenleriniz var
sustum bak şimdi, durdum, yazamadım bi an
bi an ben değildim
bi an hiçkimse oldum
oysa ben hep herkes olmak istedim
bu yüzden içimdekileri söyleyerek gizledim

öyle karmaşık ki ruhum
bu söylediklerimden birileri birşey anlar mı acaba
çok özledim beni
çok
bende hiçbişey yanlış değil
yanlış olan tek şey
yanlışmışım gibi durup durup ağlamam
iki damla da sizin için döküyorum şimdi
iyi ki varsınız...

Perşembe, Eylül 22, 2011

rüzgar vardı

şimdi tam şu anda
ankara'da, rüzgar uğulduyor
kapının eşiğinden
pervazlar çarpışıyor
ciğerlerim bi sıkılıyor, bi nefes alıyo
normal değil içime çektiğim hava
özlediğimin sonbaharının ilk gaza gelişi
gerçi özlesem ne ki,
fayda mı eder benim dengesiz aklıma
yol mu gösterir yağmurun sesi, rüzgarın yönü
yorgunum dedim, anlamıyorsunuz dedim
ben bende değilim dedim
nerdeyim kimse bilmiyor, ben bile
sen bile, biz bile...
bile bile lades bu sonbahar aslında
yağmuru bilerek evden çıkarız şemsiyesiz
ve saçlarımız dağılır rüzgarda bilerek
nasıl olacak bu işler dostlar
sonbahar bi garip
hayat bi garip
ben bi garip
geçer mi ömür böyle
hep kapısının önünde yattığım huzura talip...

Pazar, Eylül 18, 2011

yorgunum, hem de çok

yorgunum, hem de çok
dinleyenim çok, anlayanım yok
yorgunum, öyle, öyle çok
kaçışlarda yine gözlerim
arkamda bıraktığım izlerim
önümdekilerde hiçbişey gizlerim
yorgunum, gerçekten, çok
ama hayat bu diyosunuz ya hepiniz
değil işte
anlamadığınız bu
yorgunum, birden çok
gitmek lazım bazen
kaçamasan da kendinden
gitmek lazım bazen
uzaklaşmak
işe yarar, yaramaz
kime ne
yorgunum, olabileceğim kadar çok
ağrılarım var içlerimde
ciğerlerimde, yüreğimde
acıtarak acıdım kendim
bilmiyorum nerdeyim
bilmiyorum kaçabilir miyim
bilmiyorum denemeli miyim
yorgunum, hem de çok
sizinse beni anlama ihtimaliniz hiç yok...

yağmur yağsa

yağmur yağsa şimdi, tam şu anda
dinler gibi olsak tüm geçmişimizi
koklasak yağmuru, içimize işler gibi olsa
şehrin kokusu engellemese toprak kokusunu
"hiç yoktu bu yağmur kokusu Libya'da" desem
halbuki ne çok yağardı orda da yağmur

yağmur yağsa keşke şimdi, tam istediğim gibi
önce yavaştan, çiseleyerek sonra bardaktan boşanırcasına
sonra ığıl ığıl sabaha kadar
yağmur yağsa üstüme
ama üşümesem
gezsem çocukluğumdaki gibi
annemlere ben çıkıyorum desem
kızmazlardı hiç yağmurda çıkmama
bilirlerdi iyi geldiğini
herşey için izin isterdim ama
yağmurda gezmek için sadece söylerdim

yağmur yağsa yine, tam şimdi, şu anda
ıslansak ya hep beraber içi yananlar olarak
şemsiyemiz olsa
bi lambanın altında dursak
çekirdeğimiz, sigaramız , muhabbetimiz olsa
yağmur yağsa, umursamasak
var olsak...

Perşembe, Eylül 15, 2011

uyumadan, duyulmadan, rüzgarın fısıltısıyla

Bir rüzgara değer elim,
ağlar bedenim, dilim
rüzgar yalar geçer elimi
bir yanı soğuk kalır, bir yanı habersiz elimin, yüreğimin
gözlerimin bahanesi olur akıp giden rüzgar
"toz uçurdu rüzgar, ondandır gözümdeki yaşlarım" derim
ah bu ben, durmaz, rüzgarın geldiği yöne doğru giderim.

Çarşamba, Eylül 14, 2011

Kendime Engellerim / Kendimi Engellerim.

yorgunum,
"noluyo lan" lardan bir demet var beynimde
acılı başlangıçlarımdan biri daha elimde
dikeni var hepsinde olduğu gibi
memnuniyetsiz benliğimin saçmalıkları her söylenişimde.
"yeter oğlum"lu seslenişlerim var kendime
ne mutlu oldun, ne mutlu ediyorumlar
gürlüyorum, esiyorum, kendi kendime söyleniyorum
uzatıyorum da böyle hep söylemek istediklerimi
memnuniyetsizim lan ben aslında
önce yerim dar, yer açarlar yenim dar
bol yen bulunur, müzik az, sesi açarlar
utanırım, kolumdan tutarlar.....
bu böyle gider, ben hep bi bahane bulurum oynamamak için
dimi hiç değişmemişim
insan kendinden bıkar mı ya?
bilince eşşek olduğunu, ceremesini çekmekten hayıflanır mı?
yorgunum,
ve maalesef elimde olan ben sadece bu
ne atabilirim kendimi
ne medet umabilirim herbirinden
yardıma açığım, hatta muhtacım
ama taşın altına önce ben elimi koymalıyım...

saygılarımla...

Cumartesi, Eylül 10, 2011

ankara nasıl?

ankara biraz ürkek, sonbahara hazırlanıyo
ve biliyo sonbahardan sonra kışın nasıl geleceğini
bildiğini de hatırlatıyo
geceleri
özellikle motorun üstündeysen açık havada
sonra, ankara başladı sarı yapraklarını dökmeye
rüzgarlarla gözüne toz kaçırmaya
ama yapraklar pek güzel görünüyo
belkide ankaranın sonbaharının en güzel görüntüsü
belkide dünyada sonbaharın tek güzel görüntüsü
ankara birazda sıcak hala, öğlenleri
ankara biraz kalabalık bu ara
ankarada trafik aldı başını gitti
saati farketmiyo artık yolların
har saat aynı asfalta
ankara biraz kuşkucu herzaman olduğu gibi
hem ne getireceği belli, hem bi değişiklik olurmu umudu var
ankara biraz tekinsiz bu aralar
ankara biraz havada sanki
ankara biraz ankara işte
herzaman ki gibi...

Cuma, Eylül 09, 2011

ufaklık

yazıcam demekle yazılabilseydi keşke ritmi kalbinin
ve içlerine yeniden doldurulabilseydi gözyaşları akar akmaz

bitirim ufaklıkların ellerindeki taşları fırlatması gibi savurabilseydim sözcükleri
masumane kırsaydım mahallelinin camlarını
ödeseydim ama hiç düşünmeden bedellerini
ki ödedim hep, hiç düşünmeden bedellerini, şimdi ya da sonra
sanır mısınız ki hiç acımadı taşları fırlatan elleri
lan yetti ufaklık, acıtma artık bişeyleri
ne kendini ne bir başkasının elini
yeter artık deme ACI diye,
içini dökmek iyi de, ortalığı bukadar kirletmek niye
mecburmuyuz olum biz senin içindeki herşeyi görmeye, bilmeye
hem kaçkere dökerken içini saçtın etrafa güneş ışığı
kaç kere misk amber kokularından bahsettin
kaç kere yağmur yağdı önce, sonra güneş açtı
kaç kere bir ilkbahar zamanıydı
çiçeklerin kokusu hangi satırda buram buramdı
hangi fırından taze simit kokusunu duyduk senin içinden döktüklerinde
ne ağız tadıyla simitin yanında bi çay içirdin
ne akşam bi biranın üstüne şöyle temiz acı bi kokoreç yedirdin
bak ufaklık,
ne yazarsan yaz, eyvallah
dök saç dağıt
eyvallah
ama azıcık, birazcık, ufacık
sen de mutlu ol
olmaz mı be ufaklık, hmmm...